A password will be e-mailed to you.
İşçi ve emeğin hem 1 Mayıs hem de karantina koşullarında çalışmak zorunda kalanlarla daha da konuşulduğu günlerde Erdoğan Kaplan’ın “Bir Orta Dünya Bazilikasi” üzerinden sınıfsal farlılıkların resimsel ifadesi…

Resim, fotoğraf ve sinema, anlatımı ön plana çıkarmak için genellikle siyah ve beyazı kullanır. Renkten koparılan anlatılar bir orta çağ karanlığına ve kötülüğüne gönderme yapar. Karanlık, insanın yapabilecekleri ile ölçütünü sunarken ve aynı zaman da daha korkunçları için de uyarıdır. “İnsan, insanın kurdudur” bir cümleden öte bir yaşam biçimini tarif etmektedir. İktidarların, sürüler halinde yayılmaları ve insanların avlanacak ya da evcilleştirilecek birer hayvan gözü ile bakması, karanlığı bir yönetim biçimi haline de getirdi. Orta Çağ ile özdeşleşen karanlık, modern dünyanın yarattığı vahşet -iki dünya savaşında somutlaşarak siyah ve beyaz fotoğraf ve belgesel kayıtları tekrardan hortladı.

Modernizmin, üretim üzerinden inşa edilmesi, insan ile nesne arasındaki ayırırımı görünmez kılarken, transandantal, bir dünya için şekillenen fikirler de nesnel itaatin sınırlarını zorladı. Auschwitz’in kapısında, Romalı vali Pontius Pilatus’un sözlerinden bozma “çalışmak sizi özgür kılacaktır” diye yazılmıştı. İnsanlar, çalışma kamplarında bu özgürlük adına ölesiye çalıştırırken büyük bir kısmı da cephede bunun devamlılığı için savaşıyordu. Her şey, bir söylem endüstrisi dahilinde neredeyse gerçekleşiyordu. Söylemin endüstriyel, nesnel bir tutum olarak ele alınması ve bir özgürlük biçimi olarak sunulması, düşünsel ve sanatsal üretimlere de yön verdi. Fütürizm ve sosyalist toplumsal gerçekçilik akımları böyle bir ortamda ortaya çıktı ve sanatı, teknoloji ve üretim üzerinden bir ülküye dönüştürdü. Sanat, üretim ile kurulacak cennetin müjdesini ilan ederken, manifestolar ile bir yol gösterici pozisyonuna yükseldi.

Erdoğan Kaplan, “Bir Orta Dünya Bazilikası/ A Middle-Word Basilica” deseni, siyah ve beyazı böylesi bir dünyadan alır ve yaşananların sıradanlığına değil de vahşet boyutuna dikkat çekmek için kullanır. Kaplan, çok katmalı olarak resmettiği dünyaya dair sosyolojik bir analiz sunar. Resmi, formel sosyolojik sınıflamaları sanatın gündemine taşıyarak nasıl göründüğüne tekrar dönüp bakar. Bunu yaparken, öğretilmiş, ruhani, aydınlık kutsallaştırılmış bir idealizm ile değil de bir çalışma kampını hatırlatan imajlar üzerinden anlatır. İnsanlar, hayvanlar ve nesneler arasındaki ilişkiyi, birer sınıfsal ayrıcalık olarak ele alır. Cennet, dünya ve cehennem imgelemini modern dünyaya uygular ve ezen, orta sınıf ve ezilenleri bir teslis içinde işler. Böylelikle imgesinden kopan sınıfsal ayrıcalıkları bir kez daha onlara iade eder.

Eşitler için eşitlik ve eşitsizler için eşitsizlik

Erdoğan Kaplan, üçlü katman olarak resmettiği deseni bir yeryüzü şekli gibi tüm dünyayı sarmalar. Desenin tuvalin dışına taşması, figürlerin tamamının görünmemesi, gözümüzü dünyaya çevirmemize yol açmakta. Görünen dünyanın heterojen yatay dağılım yanılsamasını düzenleyerek, dikey, üst üste yığarak resmeder. “Eşitler için eşitlik ve eşitsizler için eşitsizlik” ilkesinin nasıl çalıştığını desen üzerine taşır. Yoksullar, yer altına sürülürken, sınıfsal göstergeleri olarak açlıktan ve zorunlu çalışmaktan bitkin düşen bir bedenlerini, daha az enerji harcamak için cenin pozisyonunda oturtur.

İçinde yaşadıkları yerin özelliğini alan insanlar, iradeleri elinden alınmıştır. Birer gölgeye dönüşen bu siluetler artık bir düşüncenin emaresini barındırmamaktadır. Yaşanılan yer, basit biyolojik ihtiyaçları bile karşılamaktan uzak ve böylesi bir yaşam için özel olarak tasarlanmış. Bu zorluluklar Orta Çağ sefaletinin sınıf göstergesine dönüşen sıçanlar ve fareler üzerinden anlatılmaktadır. İnsanlar adeta fareler için bir tür sömürü unsuru olarak bu yeraltına itilmiştir. Fareler bu dünyada insanlara nazaran daha refah içindedir ve hatta kişisel inançlara bile zaman ayırmaktadır. Bu yeraltı dünyasının tek zebanisi bir ustabaşıdır. Her şeyi semirmiş bu dev azman içinde bulunduğu düzenin keyfini sürdürmektedir. Bu azmanın şekilsiz bedeni, insanların yeryüzüne çıkmasını engellemek için bir barikat işlevi görmektedir.

“Bu dünyada görünüş her şey”

Bir üst tabakada, dünya nimetlerini tüketen insanlar yer almaktadır. Her şeyi sınırsız bir tüketime hazırlık için toplayan bu sınıf, doğayı, hayvanları alabildiğince sömürmektedir. Kadınlar adeta oturdukları yerden çocuk yetiştirirken, erkekler besin toplamakla meşgullerdir. Güzel, şık elbiseler, sınıfsal bir ayrıcalığı ifade ederken, estetik bir tavır olarak da günlük yaşam içinde bir niteliğe dönüşmüş. Bu dünyada görünüş her şeydir, hayvanlar insanların ihtiyaçlarını karşılarken göz zevklerini süslemek için de birer süs bitkisine dönüştürülmüş. Endüstriyel hayvancılık bu dünyanın ruhunu barındırıyor. İnsanlar her şeyi kullanmayı öğrenmiş, pelikan, kurbağa, ipek böceği, ve inek koşulsuz bir itaat sunması gereken hayvanlar olarak görünmektedir.

Dünyayı iki boynuzu arasında taşıyan öküz, yükü çoktan sırtına almış ve süt üreten bir makine görevi sürdürmektedir. Yapısal bir anomaliye dönüşen insanlarla yaşamak artık hayvanların tek seçenekleridir. Kutsallık ve sefaletle kesişen bu dünya, girişi elinde kutsal bir silah taşıyan sevimli bir fare korumaktadır. Evcilleşme ve endüstriyel bir hayat arasındaki seçeneğin yine insanların belirlediği hantal bir evrime gönderme yapar. Bu hantal evrim gerçekleşinceye kadar insanlar tanrılardan arta kalan her şeyi tüketme peşinde koşturmaya devam edecek gibi görünüyor.

En üst basamakta metaya yön veren insanlar yer almakta. Birer yarı tanrı olarak resmedilen bu insanlar, uzuvları silahlar ve makineler ile donatılmıştır. Çok nadir olan bu siborglar, gökyüzündeki tanrılarla eş bir gücü temsil etmektedir. Doğaya ve yaşama dair anlatıların sona erdiği ve kendine has bir dilin ortaya çıktığı bu göksel yaşam içinde artık hayvana yer kalmamıştır. Her şeyin mekanize olduğu bu tabakada yaşayan seçkinler, bir alt tabakada yaşayan insanların hayatlarına müdahale etme yetkisine sahiptir. Savaşları belirleyen bu sınıf aynı zamanda sürekli silah üretmektedir. Bu dünya da tanrıların insanlara bilgiyi sunan eli kesilmiştir ve bir müzede sergilenecek bir imaja dönüşmüştür.

1978 Adıyaman doğumlu Erdoğan Kaplan, sanatsal üretimlerini İstanbul’da devam etmektedir.

 

İLGİLİ HABERLER

Margaret Atwood ile Beyza Boynudelik arasındaki bağ

Kusursuz bir nesne olarak “sanat”

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 00:51:52