A password will be e-mailed to you.

O eski metalcilerden kim kalmıştı? Biz kalmıştık, ve 1-2 Ağustos’ta Rock Off’taydık. 

Ruh hastası bir ülkede yaşadığımızı iddia etsem, sanırım en milliyetçiler bile itiraz etmeden evvel bir defa düşünürler. Biz de burada kafayı iyice sıyırmamak için ne yapıyoruz? Ruhun gıdasına yöneliyoruz. Zira vakti zamanında bedenin gıdasına yöneldik, onun sonu hoş olmuyor. Gerçi ruhun gıdası da bazen delirtiyor insanı, ama onun dengesini tutturmak daha kolay. Dünyada yükselen hipsterlık, alternatifçilik, alternatif severcilik dalgaları zırhlı metal gemimizi sarssa da (dalga geçsem de ruhun gıdası, ruhun gıdasıdır bu arada, belirtelim), hiç yoksa senede en az bir tane metal festivalimiz oluyor Dio’ya şükür. Geçen sene muson yağmurlarına rağmen gerçekleştirilebilen ve hatırı sayılır bir kitleyi Küçükçiftlik Park’a toplayan Rock Off, bu yıl geçtiğimiz festivalin organizatörleri Freebird Agency’ye ek olarak yanına Pozitif Live’ı da aldı, etkinliği eski Mehmet Akif Ersoy Piknik Alanı olarak bilinen, yeni ismiyle Sarıyer Lifepark’a taşıdı ve çiçek gibi bir hale getirdi. O eski metalcilerden kim kalmıştı? Biz kalmıştık, ve 1-2 Ağustos’ta Rock Off’taydık.

1 Ağustos Cumartesi günü saat 14.30 gibi mekana giriş yaptığımda Türkiye’nin, yaptığı işi en ciddiye alan metal gruplarından biri olan Soul Sacrifice sahneden inmek üzereydi. İtalyan grup Eversin’in son dakikada turnelerini iptal etmesinden dolayı 10 dakika kadar erken konsere başlayan Soul Sacrifice’ı kaçırdığım için üzüldüm açıkçası, zira hem Stranded Hate, hem Carpe Mortem canavar gibi albümlerdir, onları kaç zaman sonra canlı dinlemek çok güzel olacaktı. Neyse, sağlık olsun diyip biraz etrafa bakındım. “Rock Republic’in üzerinden 10 yıl geçmiş yaa”, “Summer Rocks’ta şu piknik masalarını taşırdık”, “Barışarock ve yağlı patsos kokusu” gibi mekanın çağrıştırdığı nostaljik muhabbetlerin eşliğinde Dragon’s Den isimli alternatif sahnenin oralarda dolandım biraz. Metin Türkcan ve Murat İlkan’ın akustik performansı keyifliydi, sonra OK standının önünde durmadan konuşan mikrofonlu adamın te oraya kadar gelen sesi sinirlerimi bozma seviyesine gelince ana sahneye biraz daha baktım. Orada da Ankara’nın Pantera’sı Black Tooth sahnedeydi. Black Tooth’un vokalisti Tuna, Türkiye’de frontmanlik işini en iyi becerenlerden biri. Seyirciyi ilk dakikadan alıp cebine koyar, nasıl istiyorsa da öyle davrandırır. Tuna yine sağlam bir performans sergilemiş olsa da, grup biraz tutuktu. Sanırım eleman değişikliğine gitmişler, olsun, yeniler gruba alışınca o enerji de geri gelir nasıl olsa.

Festivalde grupların sahne alışı konusunda dakika sekmedi bu arada. İsveç Death Metali akımını en yoğun etkilemiş gruplardan biri olan Unleashed, saat tam dörde beş kala sahnedeydi. “Ulan o saatte açık havada kalkıp konser mi izlenir” demeyin, karşınızda Unleashed varsa, tek şarkısını bile bilmeseniz, sizi durduğunuz yere çiviler (ayrıca hafif yağmur atıştırıyordu, o da iyi geldi). 45 dakika boyunca cayır cayır çaldılar, en güzel kısmı da yeni çıkacak albümlerinden çaldıkları Where Is Your God Now?’dan önce biz ve bizim gibi allahsızlara selam etmeleriydi.

Unleashed’den sonra Finlandiya’nın oynak çocukları Korpiklaani sahne alacaktı. Yalan söylemeyeyim, Korpiklaani’yi evde oturup dinlemem, ancak festivalde, ya da tek konserlerinde bile insanları o kadar eğlendirirler ki şarkılarıyla ve sahne performanslarıyla, gerçekten biçilmiş kaftandır eğlenmek isteyenler için. Daha önce 2010 yılındaki UniRock festivalinde rehberliğini yaptığım grubu sahne arkasında gördüm. Beni tanımadılar tabii, zira 5 sene önce nasıl bıraktıysam öylelerdi, hala durmadan içiyorlar ve gördükleri tüm kadınlara Tecavüzcü Coşkun sırıtışları atıyorlar. Ben sahne arkasında yılanlık peşindeyken sahne aldılar ve bir anda bastıran korkunç yağmur yüzünden konserin çoğunu izleyemedim. Ancak yağmur dindiğinde ve ben insan içine tekrar karıştığımda hala sahnedelerdi ve şansıma, en sevdiğim şarkıları Vodka eşliğinde bilmediğimiz figürlerle dans etmek nasip oldu. Metalcileri gördükten sonra düğünlerde “biz biliyoruz da mı oynuyoruz” diyen herkese “eh nispeten biliyorsunuz” demek lazım bu arada.

Korpiklaani’nin peşine kadro canavarlaştı. Önce, Brezilya’nın fikrimce dünyaya en büyük ihracatı olan Max Cavalera efsanesinin liderliğini yaptığı Soulfly’ı izledik. Max baba, bas gitara ve davula iki oğlunu koyarak hem turnede aile özlemi çekme sorununu çözmüş, hem de grubu Halil Pazarlama’ya çevirmiş. Sepultura ve Soulfly’ın belli başlı şarkılarını çaldıkları performansta 1 saat boyunca boş şarkı yoktu, ve davuldaki oğlu Zyon gerçekten beklemediğim kadar iyi bir performans sergiledi. Bu arada Cavalera, bir dinleyici olarak da metalciliğini koruyor. Anaal Nathrakh tişörtü gözlerden kaçmadı. Buna ek olarak da, yeni albümde yer alacak Master of Dragons isimli şarkıda düet yaptığı, 18 yaşındaki İranlı bir kızı çıkardı sahneye. O kız ölmez de yaşarsa, 15 sene içinde metaldeki brutal kadın vokalde ne Arch Enemy’nin, ne Rolo Tomassi’nin, ne de iwrestledabearonce’ın esamesi okunur. Hem verdiği destek için Max babaya, hem de ciğerleri için Master of Persia’ya (kızın sahne adı) kocaman bir alkış alıyoruz.

Boyun fıtığımızın yeterince büyümemiş olacağını tahmin ederek bir line-up hazırlayan güzel organizatörlerin bize bir sonraki ikramı ise, geçtiğimiz yılki Rock Off’ta ilk Türkiye konserlerini veren ve gördüğü devasa ilgiden (ve ayı gibi çalmalarından) dolayı bu seneki kadroda da kendine yer bulan, Fransa’nın sert müzikteki medarı iftiharı Gojira’ydı. Gojira’nın aynı gün Dragon’s Den sahnesinde 45 dakikalık bir imza oturumu olması gerekiyordu, ancak devasa yağmur yüzünden iptal edilen birkaç etkinlikten biri oldu o. Organizasyondaki nadir talihsizliklerden biriydi. Gojira saat 20.10’da, yine dakika sektirmeden sahne aldı ve 75 dakika boyunca bizi öyle bir dövdü ki, 6 aydır Brazilian Jiu-Jitsu yapıyorum, ben böyle bir dayak yemedim arkadaş. 2012’de Metallica’nın ön grubu olarak Belgrad’da izlemiştim, orda da aklım çıkmıştı, ancak bu bir başkaydı, bambaşkaydı. Orada değildiyseniz, hemen YouTube’dan iyi bir konser kayıtlarını izleyin. Kendinize geldiğinizde kafanızdan kanlar falan akıyor olabilir, paniğe mahal yok.

Ve Korn… Korn, hayatımızı kaydıran birkaç gruptan biridir. 2006 sonrasında biraz tökezleseler de 2013’te çıkan The Paradigm Shift’in şahaneliği, Head’in 10 sene sonra gruba geri dönmesi, bizim 10 sene sonra tekrar izleyecek olmamız, 1994 tarihli efsanevi ilk albümlerini baştan aşağı çaldıkları bir turnede olmaları… Yazarken bile ellerim titredi. Korn’un yeri başkadır. İyi izleyebilmek için sahne önünde yerimizi aldık ve onlar da tam zamanında çıktılar sahneye. Yeni davulcuları Ray Luzier’in Blind’a girdiğinde zillere vurması ve Jonathan Davis’in “Are you ready?” diye konseri resmi olarak başlatmasına kadar nispeten sakindik. Sonrası gözyaşı seli… Lafın gelişi söylemiyorum, ortaokul ve lisede manda yavrusu ebatlarında olmamdan dolayı benimle geçilen dalgaları rahat rahat dışa vurduğum Clown ve Faget şarkılarında headbang yaparken ağladım. Gururluyum. Konserin ilk kısmı, grubun, kariyerlerinin en başında bir kere çaldıktan sonra bu turneye kadar asla çalmadığı Daddy şarkısıyla sona erdi (vokalist Jonathan Davis tarafından yazılan bu şarkı, Davis’in bir aile dostu tarafından uğradığı tacizi ve ailesinin ona inanmamasını anlatır. Davis, şarkıyı canlı çalmayı ilk denediklerinde sahneyi ağlayarak terk etmiştir, albüm kaydında dahi ağlamalar mevcuttur. Sonra sormayın niye Korn fanısın diye). Bisten sonraysa 4 adet dev hit patlattılar, Falling Away From Me, Here to Stay, Coming Undone ve Freak on a Leash. Coming Undone normalde setlistte yok, ancak sonradan öğrendiğimize göre grubun Türkiye’deki rehberleri yoğun bir beyin yıkama süreci sayesinde çalındı. Kendilerine teşekkürü bir borç biliriz. Konser keşke hala devam ediyor olsaydı. Korn be…

İkinci gün benim ilgimi çeken çok da fazla bir şey yoktu açıkçası, o yüzden alana saat 15.45 gibi giriş yaptım. Ülkeye 100 defa gelmelerine rağmen benim ilk defa izleyeceğim Dark Tranquillity sahnedeydi. Orada anladım niye organizatörler hep getiriyorlar, çünkü artık kim bilir kaçıncı konserleri, yine de kitlesi orada arkadaş! Yine bütün şarkılara eşlik ediyorlar. Vokalist Mikael’in suratındaki sırıtmanın hakiki olduğunu görmek hiç de zor değildi. DT’den yaklaşık yarım saat sonra Kanadalı thrash metal devi, aslında Big Four’un bir parçası olması gerekirken senelerce Bursaspor/Eskişehirspor muamelesi görmüş Annihilator sahne aldı. Annihilator, Jeff Waters isimli bir riff makinesi tarafından yönetiliyor. Hatta adam artık öyle bir hale gelmiş ki, vokalisti gruptan atıp şarkıları da kendi söylüyor. İşin ilginci altından da kalkıyor! 1 saat boyunca bizi soloya, notaya doyurdular sağolsunlar.

Annihilator’dan sonra ana sahneden koşarak uzaklaştık, çünkü sonrasında gelecek şeyin bir kabus olacağını biliyorduk. 13 dakika boyunca aynı akoru çalmalarıyla bilinen (aynı 3 akor değil, tek akor), konser vermeyi sevmeyen, sahneye çıktığında da takım elbiseyle çıkan bir vokaliste sahip olan, İngiltere’nin lise gotikliğine en büyük hediyesi My Dying Bride sahne alacaktı. Alternatif sahnede de hiçbir hareket olmadığı için nereye gitsek grubu dinledik, hatta son birkaç şarkı izledik. Onlardan sonra çıkacak Behemoth için ne kadar heyecanlıydım, hepsini alıp götürdüler. Kaç zamandır böyle bir keder dolmamıştı içime. Amaçlarına ulaştılar sanırsam.

Behemoth da ikinci günün kadrosunda benim ilgimi çeken nadir unsurlardan biriydi. Son albümleri The Satanist’le ekstrem metal severleri fena halde mest eden Polonyalı grup, sahneye gayet profesyonel yapılmış bir makyaj ve ekstra ekipmanlarla çıktılar. Elinde tuttuğu şeytan boynuzlarından çıkardığı ateşle sahneye gelen vokalist Nergal, ondan sonra 75 dakika sürecek bir şeytancılık ritüelini başlatmış oldu. Nergal çok ilginç bir insan bu arada, 2007 yılında sahnede İncil yırttığı için tutuklanan, 2010 yılında lösemiye yakalanıp hastalıktan kurtulan, yine aynı sene Polonya’nın Popstar yarışmasının bir jürisi olarak sahne alan, ve son olarak 2014’ten beri iki adet BERBER dükkanına sahip olan Nergal’le de 2010 Unirock festivalinde tanışmıştım, zira Behemoth’un da rehberliğini yapmıştım. Ekstrem müziğin yeni nesil rockstarlarından biridir kesinlikle kendisi. Behemoth büyük şeytanlıklar yaptı, canavar gibi çaldı, seyirciyle iletişimi şahaneydi, ancak ben de yorulmuştum ve performansın sonuna kalmadan çıktım. Ne yazık ki Nergal’in “ŞEYTAN-I EKBER!” anonsunu kaçırmışım.

Kısacası bu sene de stresimizi atmayı başardık. Sevdiğimiz müziği dinledik, o müziği dinleyen insanlarla bir aradaydık, ortalıkta embesil yoktu, insanların tişörtlerine bakıp “bunu nerden almış acaba” muhabbeti yaptık. Organizasyon da kusursuza yakın işledi, yağmura bağlı iptaller dışında tek eksisiyse korkunç yemek fiyatlarıydı. Stand açıp bir sosisliye 15 lira alan firmaların şerefsizliği de olabilir tabii, ancak bir sonraki sene buna bir kontrol getirirse ne güzel olur. Yine de buradan seslenelim: ellerinize sağlık dostlar. Headbangers’ Weekend’de görüşürüz.

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 12:12:06