A password will be e-mailed to you.

Hakan Şükür’ün istifası bomba etkisi yaratmışken Vivet Kanetti’nin unutulmaz Hakan Şükür yazısının tam sırası dedik. İşte gelmiş geçmiş en varoluşçu futbolcumuzun bir romancı gözüyle "uzun" portresi.

Geçen yıl bir kez maça gittim. Sahada Trabzonspor ve Galatasaray oynuyordu. Karadenizli takımın oyuncuları birbirine aşağı yukarı yakın kilo ve boylarıyla gayet güzel bir uyum içindeydiler. Galatasaray’da ise enteresan bir bileşim vardı, çok kısalarla çok uzunların birlikteliği şeklinde. Uzunlar arasında bir uzun, sahaya, piyasa vakti caddede turlamaya çıkmış gibi tişörtünün yakalarını kaldırarak çıkmaz mı?

Bu kalkık yaka canımı sıktı. Çünkü maça böylesine koket giren adamın top peşinde çamurlara batıp çıkabileceği düşünülemez. O da zaten, değil kendini yerlere atıp çamurlarda yuvarlanmak, top kazara ayağına değdiğinde bile derin dertlere düştü: Vurmak mı vurmamak mı, koşmak mı koşmamak mı…

Ona kötü puan verdim, ama benim hesabın çarşıya uymadığı çabuk ortaya çıktı: Uzun, meğer futbolumuzun gözbebeklerindenmiş ve GS’dan Torino’ya transferinin yaratacağı duygu fırtınası “Harun hazinesi ve diğer eşsiz değerlerimizin topraklarımızda kalması mı daha iyi, yurt dışında sergilenmesi mi?” tartışmasını geride bırakacakmış.

Hakan mevzuunda muazzam yanıldığım belirlenince, spor servisinin samimi tavsiyeleri üzerine, maça gitmeye uzun süre ara verdim. Lakin futbol yorumculuğuna dönmeyi düşünüyorum gene, çünkü Pazar gecesi ATV’deki spor programında Torino’ya bağlanıldı, söyleşiler yapıldı ve Hakan orada, Can Bartu gibi tatlı filozof bir adamı, kim bilir neler görmüş ve boşuna hafif göbek bağlamamış Torinolu antrenörü, genellikle dünya umurlarında olmayan bir dolu İtalyan futbol yazarını, beni ve belki öz ailesini dahi tam manasıyla fıtık etti.

Gelmiş geçmiş en egzistansiyalist futbolcunun Türkiye’den çıkacağı akla gelecek şey değildi, kabul edin. Aman, o ne bunalım! O ne vıdı vıdı! O ne ömür törpülemesi, farenin peyniri kemirmesi gibi insanı yiyip bitirme, o ne narkoz; ve bütün bunlar düşünün ki maç öncesinde! İnsanın kendi kendini havaya sokması her zamankinden şart iken…

“Gelsin, şuna sıkı bir sözlü doping yapsın” diye, Can Bartu getirtilmiş acele. İtalyan, Türk, herkes bizim Uzun’un başında, mücadele şevki aşılayacak güzel sözler sarf ediyorlar: “Biraz daha kişilikli ve atak bir oyun Hakan, ha gayret, geleceğini, memleketin Avrupa Birliği’ne girişini, seni bir şey sanıp bunca para dökmüş şu garip Torino’yu, reklamına çıktığın Tempra’yı düşün de toparlan.”

Oralarda çok sevildiği, zamanında Hakan’ınkine taban tabana zıt bir karakter sergilediği besbelli olan Can Bartu’nun dilinde artık tüyler bitmiş. Lakin bizim Uzun, her nasihate bol bol kafa salladıktan sonra bildiğini okumakta: “Ben içime kapandım… Ben uyum sağlamaya çalışacağım ama zor olacak. Ben kolay yapamayacağım…”
Ve son olarak şu inciler: “Ben Galatasaray gibi bir takımda oynuyordum Türkiye’de. Ama Torino, burada yedinci mi ne…”

İyi mi? Sen gel maç öncesinde takımın için bunları de, sonra maçta pas versinler diye beklersin. Çıkışta aynı minval mızmızlanma: “Hava kötüydü” ve “moralman çöktük”. Moralman çökmüşler! Dünyanın en hızlı “moralman çöken” adamı, bizim Hakan.

Fethullah Hocacıymış bir de, hiç inanmam. Hangi müminde görülmüş bu kadar zora gelememe, bu kadar tatlı can; bir kere olsun, ne koşullarda gurbete gitmiş, nelere dayanmış sayısız işçiyi, işsizi, şairi, sanatçıyı hatırlayıp hafiften mahcup olmama?

30 AĞUSTOS 1995 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayınlanmış bu yazı, daha sonra Kanat Yayınları’ndan çıkan Deli Ruh adlı kitapta yer almıştır.

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 03:23:05