A password will be e-mailed to you.

Batı sanatında Madame Chrysanthème’den başlayan ve 21. yüzyılda “Kill Bill”in kılıçlı başkarakteri Beatrix Kiddo’ya kadar taşınan Japonizm, yaygın olarak Batı İzlenimcilik akımında Japon sanatı etkisine atıfta bulunmak amaçlı kullanılsa da aslında izlerini Batı sanatının pek çok alanında gördüğümüz, Japon kültür ve sanatının derinlemesine incelenmesi anlamını taşır.

Japonya’nın Batı sanatına etkisinin kökeni araştırdığımızda Batı ve Doğu’nun bednam ikili karşıtlıklarıyla yüzleşiyoruz. Pek çok Batı ülkesi gibi İngiltere’de de opera, edebiyat ve resim sanatı gibi sanatın farklı alanlarında etkisini gösteren Japonizm’in Viktorya Dönemi sanatına etkisine, bu etkiyi doğuran sosyal alt tonlar ve ikili karşıtlıklar üzerinden bakmak gerekiyor.

Viktorya İngiltere’sinde Japonya nasıl algılanıyordu?

Japonizm Viktorya İngiltere’sinde Japonya’ya hayranlık duymak, kuirlik ve zerafet içeren homoerotisizm ile eş anlamlı sayılıyordu. Viktoryen toplumunun kendi içinde yok etmeye çalıştığı kavramları, kişileri ve kimlikleri Doğu’ya yakıştırması, bununla beraber bastırılan yönlerin özgürce yaşanmasına duydukları gizli hayranlık Japonya’yı tarif ederken kullandıkları kelimelerde en açık şekliyle kendilerini belli ediyordu. Örneğin Japonya, İngiltere toplumunun gözünde antikavariydi, tarihsel olarak önemsiz, değersizdi fakat aynı zamanda muhteşem bir güzelliği de akla getiriyordu. Japonya bir yandan dikkate değmezdi, diğer taraftan idealize ediliyordu; ötekine yakıştırılan çelişkilerin temsilcisiydi.

Kill Bill filminden

Edebi metin, tiyatro oyunu ve tablolarda Japonizm’in izleri

Viktorya dönemi sanatçılarının Doğu ve Batı algılayışları ve bu iki kavramın altına koydukları zıtlıklar filtresinden geçmiş Japonya hakkında edinilmiş yanlışlık barındıran bilgiler, zaman zaman idealize edilmiş imajlarla dolu izlenimler ve bunların ifade edilişleri, Viktoryen sanatına hem biçim hem de içerik olarak büyük bir etki yapmıştı. Dönemin tiyatro oyunları ve edebi metinlerinde bu egzotik göndermelere sıklıkla rastlıyoruz. Örneğin W.E. Henley’nin I Watched You Saunter Down the Sand şiirinde altın sarısı bir havada, cinsiyetini belirleyemediğimiz, gösterişli kıyafetler içindeki muhtemelen İskoç birinin büyüleyici, komik ve ardından Japon olarak tanımlandığını görüyoruz.

Oscar Wilde’ın Art and the Handicraftsman’de kendine isnat edilen Japonizm’i “kötü bir dedikokudu” olarak değerlendirmesi de kendi kimliği ve içinde bulunduğu toplum dikkate alındığında tesadüfi olmasa gerek. Kur yapmanın neredeyse idam ile cezalandırması gerektiğini konu edinen, yelpaze ve vazolarla dolu absürt Japon sahne dekorasyonuyla bezenmiş William Schwenck Gilbert ve Arthur Sullivan’ın operası The Mikado da katı Viktoryen törelerinin Japonya üzerinden anlatıldığı, madalyonun antikavari, eskimiş yüzünde yine dönem İngiltere’sinin yüzünü gördüğümüz bir oyun olarak karşımıza çıkıyor.

James Mcneill Whistler’ın Symphony in White, No. 2: The Little White Girl’ü ve Caprice in Purple and Gold, The Golden Screen tabloları ise resim sanatında Japonizm’in etkisini doğrudan görebildiğimiz eserler. Özellikle ikinci eserde olmak üzere, İki eserde de ihtişamlı ve gizemli güzellikleriyle doğululaştırılan objelerin varlığına şahit oluyoruz.

Japonya’nın ihtişamlı ve değersiz, yani ikilikli namının aslında İngiltere’nin kendi içindeki ikiliklerinden kaynaklandığını ve bu ikiliklerle toplumun görünmeyen cihetlerinin Viktorya dönemi İngiltere sanatında nasıl ifade edildiğini sadece birkaç örnek üzerinden inceledik. Konuyla ilgili daha detaylı bilgiyi, Japonizm’in Viktoryen sanata etkisini pek çok farklı düşünce ekolü ve eser üzerinden inceleyen Grace Lavery’nin yakın zamanda yayınlanan Quaint, Exquisite başlığını taşıyan ve bu yazının kaynağı olan kitabında bulabilirsiniz. 

 

İLGİLİ HABERLER

Ön-Raffaelocuların unutulan ilham perisine iadeiitibar

Earlswood Tımarhanesi’nin aptal dahisi: James Henry Pullen

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 03:01:31