A password will be e-mailed to you.

Güncel sanatçı Köken Ergun’un yeni filmi Şehitler / Heroes dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yaptıktan sonra İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Belgesel Yarışması’na katıldı. Çanakkale Savaşı anıtlarını ziyaret edenleri konu alan Şehitler, Ergun’un ödüllü kısa filmi Bayrak ile başlayan ve Aşura ile devam eden, ritüelleri görüntüleme ve o ritüellere katılan insan topluluklarını gözlemleme çalışmasının yeni ve çarpıcı ürünü. 26-28 Nisan tarihlerinde SALT Beyoğlu’nda gösterimleri yapılacak olan Şehitler’i Köken Ergun’a sorduk.

 

Törenler ve genel anlamda ritüeller filmografinin ortak paydası… Onları senin gözünden izlerken birçok kavramı da yeniden değerlendirebiliyoruz. Senin için genel olarak törenler ne anlam taşıyor, özellikle onlara odaklanmanın entelektüel ve kişisel nedenleri nedir?

Ben ritüellerin kültürden önce geldiğine inananlardanım. Bu görüşe göre kültür ritüelleri yaratmaz, ritüeller kültürü yaratır. Böyle olunca, ritüeller içlerinde kültürün en temel özelliklerini taşırlar. Kültür de ritüelsiz var olamaz. Ritüeller toplumların ve cemaatlerin hayatında o kadar önemli ve işlevsellerdir ki, güç elde etmek isteyenler ya da gücü ikame etmek isteyenler sıklıkla ritüelleri, ayinleri, törenleri kullanırlar. Bu filmde ritüellerin ulusal kimlik inşasında nasıl kullanıldığına tanık oluyoruz. Şöyle bir örnek vereyim. 1871 yılında İtalya’nın birleşmesinin ardından yapılan ilk meclis oturumunda milletvekillerinden biri şu meşhur sözü söyler: “Bayanlar baylar, İtalya’yı yarattık. Şimdi İtalyanları yaratmalıyız!” Ardından bir dizi ulusal kimlik yaratma faaliyeti başlar. Ritüeller burada önemli bir rol oynar.

Bunu sadece İtalyan Krallığı yapmadı. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yıkılan çok kültürlü ve çok dilli imparatorluklarının yerine kurulan yeni ulus devletlerinin hepsi ritüelleri kullanarak ulus kimliği inşasına giriştiler. Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda bu ülkelerden sadece birkaçı. Ya yeni mitler yarattılar, ya da unutulmuş mitleri günışığına çıkartıp yeniden değerlendirdiler. Bu bağlamda başvurulan en önemli iki yol zorunlu eğitim ve zorunlu askerlikti. Hem okulda hem de kışlada bu yeni ulusal mitler işlendi, onlara uygun ritüeller yapıldı. Andımız buna bir örnektir. Avustralya ve Yeni Zelanda’da resmi tatil ilan edilen ANZAC günü için tüm öğrencilerin katılması zorunlu olan törenler de başka bir örnek. Seyit Onbaşı mitinin ritüellerle nasıl işlendiğini ise bu filmde görüyorsunuz.

 

Bu bağlamda Şehitler‘i yapmanın farklı bir nedeni var mı?

Yok, çok farklı değil; yine ulusal kimlik inşası ile ilgili. Filmin fikri 2015 yılının sonbaharında doğdu. 1 Kasım seçimlerinin arifesiydi. Milliyetçiliğin ayyuka çıktığı bir zamandı. Böyle bir ortamda Türkiye’deki milliyetçiliğin duygusal temelini merak ediyordum. Ne besliyordu bu milliyetçiliği ve nasıl besleniyordu? Bunları düşünürken Avustralya Savaş Müzesi benimle temasa geçti. Çanakkale üzerine bir proje yapmayı düşünüp düşünmediğimi sordular. Düşünürüm ama çıkan iş hem ANZAC hem de Çanakkale mitlerini eleştiren bir iş olabilir dedim. Tamam dediler. Normal çalışma düzenimin dışına çıkarak –normalde projelere kendim başlıyorum ve yapımcılarımı kendim buluyorum- teklifi kabul ettim.

İçimden bir ses milliyetçiliğin kaynağı ile ilgili bu sorularımın cevabını Çanakkale’de bulacağımı söylüyordu. Oraya gidince yanılmamış olduğumu gördüm. İki sene boyunca sürekli şehitlik turlarına katıldım. Birinci sene hiç çekim yapmadım, gözlemledim. İkinci sene onlarca tura katıldım, sayısız müsamere izledim, alanlar boşken de gezdim, tam bir resim çıkarmaya çalıştım… Filmin montajı ile beraber üç senelik bir süreç oldu bu. Bu süreç sonunda her iki tarafta da milliyetçiliğin kaynağını daha iyi anladım. Yani aslında ben bu projeyi kendi eğitimim için bir araç olarak kullandım.

 

Şehitler‘de yakaladığın ayrıntılar ve ziyaretçilerin yüz ifadeleri çok çarpıcı. Görsel açıdan böylesine spontane kayıtlardan bu kadar sofistike bir anlatım elde etmeyi nasıl başardın? Gözlem gücü, titiz bir kurgu ve deneyim benim verebileceğim cevaplar, peki seninkiler?

Cezanne hayatının bir döneminde aynı dağın sayısız resmini yapmış. Kasabadakiler ona deli gözüyle bakarlar, neden saatlerce hep aynı dağın karşısında oturup onu resmetmeye çalıştığına anlam veremezlermiş. Cezanne bir gün dağ karşısındaki çizimlerinden evine dönerken ‘dağ beni gördü’ demiş sevinçle… Sanırım benim de işimin yarısı önce gözlemlemek ardından da gözlemlediğim kişilerin, grupların içine girmek, onların beni görmesini, beni kabul etmesini sağlamak. Bu olunca konu eden ile konu edilen arasındaki mesafe azalıyor. Yok olmuyor ama azalıyor.

Bu iletişim, bu güven karşılıklı olarak sağlanana kadar kamera kullanmıyorum. Daha sonra kamerayı elime aldığımda kamerayı tutan ile kameranın yöneltildiği arasındaki mesafe de haliyle azalmış oluyor. Kameranın yöneltildiği insanlar o kameranın güvendikleri biri tarafından tutulduğunu bildikleri için doğal davranabiliyorlar. Bir de eğer bütün gününüzü aynı tur otobüsünün içinde geçirdiyseniz, aynı masada yemek yediyseniz, sohbet ettiyseniz bu güven daha da artıyor. Kurgu sırasında bile görüntülerini filme dahil etmek istediğim insanları seçerken benimle olan iletişimlerine göre seçiyorum. O güven enerjisini hissetmemiş olduğum kişileri, durumları filmime koymam. Bu da benim çalışma ahlakım.

“Milliyetçilik duygularının nasıl yaşandığını anlamak için yaptım”

Sahneye konan oyunların ve rehberlerin hamasi söylemlerine gayet nesnel bakmayı ve mesafeli yaklaşmayı başarmışsın… Bu da içerikleri üzerine daha fazla düşünmemizi sağlıyor. Çekim yaptığın anda senin aklından ne geçiyordu?

Biraz önce dediğim gibi ben bu projeyi ülkemdeki milliyetçilik duygularının nasıl yaşandığını ve nerelerden beslendiğini anlamak için yaptım. Merak ettim ve öğrenmek istedim. Filmi bir araç olarak kullandım. Bu nedenle hem gözlemler hem de çekimler sırasında meraklı bir gözle baktım. Bir anlamda ben de sizin gibi seyirci idim.

 

Çanakkale Savaşı resmi tarihin çok önemli bir parçası. Hepimiz okullardaki tarih derslerinde Mustafa Kemal’in bu savaştaki kahramanlığını okuduk… Bu filmde Mustafa Kemal’ın adı geçmiyor… Seyit Onbaşı öne çıkıyor. Türkiye’nin ideolojik değişimini bu açıdan okuyabilir miyiz? Ya da şöyle sorayım: Aslında ideoloji farklılaşsa bile milliyetçilik ve hamaset aynen korunup sadece kahramanlar mı değişiyor?

Çok doğru. Ayhan Aktar’ın bu film üzerine yazdığı yazıda belirttiği gibi, siyaset dünyamıza egemen olan kutuplaşma Çanakkale’de savaş anlatımları düzeyinde tekrarlanmakta. AKP iktidarının genel söylemiyle orantılı olarak değişen anlatımlara ve ritüellere şahit oluyoruz. 2008 yılından itibaren çoğunlukla AKP’li belediyelerin düzenlediği ücretsiz Çanakkale Şehitlik turları ile birlikte Kemalist/milliyetçi anlatılar yerini İslamcı/cihatçı anlatımlara bırakmaya başladı. Aktar buna ‘Hafıza Savaşları’ diyor. Bu film İslamcı/cihatçı anlatımların ön plana çıktığı dönemde çekildiği için haliyle bu anlatı daha çok görülüyor. Bundan birkaç sene sonra anlatımlar tekrar değişebilir. Senin de dediğin gibi Mustafa Kemal’in kahramanlığının ağırlıkta olduğu resmi tarih hâlâ daim; yani bu anlatımın ulusal kimlik inşasında çok baskın bir rolü var. Dolayısıyla tamamen kaybolmasını ihtimal dahilinde görmüyorum.

“Bu topraklarda her kesimde kurban, şehit, şahadet kavramları karşılık bulur”

Şehitler’i sosyo-ekonomik açıdan nasıl özetlersin?

Benim alanda en çok gözlemlediğim şey insanların duygularının kapitale dönüştürülmesi oldu. Beğenin beğenmeyin bu topraklarda yaşayan toplumların her kesiminde kurban, şehit ve şahadet kavramları karşılık bulur. Bu kavramların temsiliyeti de duygularla oluyor. Bu duygularla hareket eden kitleler, yılın her mevsiminde Çanakkale’ye giderek ismi doğrudan “Şehitlik Turu” olan geziler satın alıyor, ya da belediyelerin ücretsiz “Şehitlik Turları” ile Çanakkale’ye götürülüyorlar. Burada rehberler tarihi gerçeklerden çok tur katılımcılarının duygularına en çok dokunacak şeyleri anlatıyorlar. Bir nevi performans yapıyorlar.

Gelen insanların hangi duygularla hareket ettiğini bilen rehberler anlatımlarını buna göre renklendiriyorlar. Hatta grubun hangi şehirden, hangi belediyeden veya hangi meslek grubundan geldiğine göre anlatımını değiştiren rehberler var. Tur katılımıcılarına en fazla duygusal patlamalar yaşatan rehberler en büyük rağbeti görüyor, bu rehberlerin anlatımları sosyal medyada paylaşılıyor ve o rehberin çalıştığı tur operatörüne talep artıyor. Turlar sırasında en duygusal anlatımların yapıldığı Seyit Onbaşı figürünün hediyelik eşyaları tur operatörlerinin de teşviki ile satın alınıyor. Anlaşmalı restoranlarda topluca yemek yeniyor. Bu büyük bir turizm endüstrisi ve buna açık açık “Şehitlik Turizmi” deniyor.

Bütün bu olan biten beş altı saate sığdırılıyor. Bir şehitlikten öbür şehitliğe koşturulan oralarda müsamereler seyrettirilen insanlar, etrafında gördüklerini özümseyemiyorlar, tarihsel anlatıların detaylarına odaklanamıyorlar. Öğle yemeği, kahve molası, alış veriş derken gün göz açıp kapayana kadar bitiyor. İşte şehitleri anmak için geldikleri bu mekanlarda şehit olan bireylerin hikayelerini özümseyemiyorlar, gerçek tarihi öğrenemeden geri dönüyorlar. Filmin çok sevilen afişi de buna bir gönderme yapıyor. Tek bir asker. Aslında bütün hikayeyi yaratan o, ama onun hikayesi anlatılmıyor.

 

* Şehitler’i 26-28 Nisan tarihlerinde SALT Beyoğlu’nda izleyebilirsiniz. 

 

İLGİLİ HABERLER

MIRANDA JULY “Amatör” işiyle SALT Beyoğlu’nda

Sinemaseverlerin zorlu maratonu başlıyor!

Daha fazla yazı yok
2024-05-06 03:27:13