A password will be e-mailed to you.

Sanatatak’ın kardeş projesi Sanatatak Eğitim, geçtiğimiz Pazar günü mimar Turgut Cansever’in düşünce dünyası ve mimarlığı üzerine bir etkinlik gerçekleştirdi.

Turgut Cansever, 1921-2009 yılları arasında yaşayarak Beyazıt Meydanı, Anadolu Kulübü, Karakaş Camii, Ertegün Evi, Türk Tarih Kurumu Binası gibi pek çok çalışmaya imza atmış, üç kez ünlü Ağa Han mimarlık ödülünü almış, Türkiye’de ilk sanat tarihi doktorasını yazmış ve ilk özel mimarlık bürosunu açmış mimarımız. Mimarlığında hem modern mimarlığın hem de yerel kültürün etkilerini görmek mümkün; kurduğu düşünce dünyasında çağdaş düşünce akımlarının da İslam felsefesinin de referansları var.

Meslekte on beş yılı geride bırakmış bir mimar ve aynı zamanda Sanatatak yazarı olan Volkan Taşkın tarafından yapılan konuşma, Turgut Cansever’i tanıyan katılımcıların da tanıklıklarıyla sohbet tadında gerçekleşti. Konuşma, Cansever’in bir “düşünce insanı” kimliği üzerinden başlayarak sanat, evren, mimarlık, kent, mahalle üzerine düşünceleri ve bu düşüncelerin arkasındaki referans noktalarından bahsedildi. Daha sonra, Cansever’in mimarlık pratiği ile düşünce dünyası arasındaki sürekliliklerin ve farkların neler olduğu tartışıldı. Son olarak da usta mimarın seçilen eserlerine ait çizim ve fotoğraflarla mimarın mimari üretimi mercek altına alındı.

Niçin Turgut Cansever’i Konuşmalıyız?

Taşkın’a göre Cansever meslek hayatında aktif olduğu 60 yılı aşan dönemde farklı kimlikleri bir arada yaşayabilmeyi başarmış bir entelektüel. Kendi başına kurduğu bir tasarım dünyası var, bunun izleğini modern mimarlık ve İslam mimarlığı kent kimliği üzerinden okumak gayet mümkün; fakat Cansever’i dönem arkadaşlarından ve çağdaş Türkiye Mimarlığında özgün kılan nokta, bu kadar referansları açık olabilen bir tasarımcının aynı zamanda bu kadar da yalnız bir yol çizebilmesi. Ne öncesinde, ne de sonrasında onun mimarlığını takip eden kişi ya da kişilerden söz edebilmek mümkün değil. İşin ilginci, Cansever mesleki hayatında değeri bilinmemiş, kenara atılmış bir figür de değil; tam tersine kişisel ve mesleki mücadelesini son derece aktif ve doğru tanımıyla sahnede vermiş bir oyuncu. Türkiye’nin ilk özel mimarlık şirketinin ortaklarından birisi, Mimarlar Odası’nın kurulmasında aktif rol almış, belirli dönemlerde bürokrasinin içinde görevler alarak kamunun mimarlığa ve fiziksel çevreye bakışına yön vermiş birisi, bunların yanı sıra yaptığı işlerle pek çok kez ulusal ve uluslararası ödüller almış bir mimar. Bütün bunlar bize, tıpkı büyüğü ve Akademi’den hocası olan Sedad Hakkı Eldem gibi genç mimarlarca örnek alınacak, hatta taklit edilecek bir rol model sunuyor gibi; fakat Cansever, Eldem’in aksine ana akım çağdaş mimarlık içinde bir gelenek oluşturamamış durumda.

Bunun temel noktası Cansever’in mimari dilinin öykünülemez ya da taklit edilemez olması değil; Cansever’in özgünlüğü ürettiği mimarlığın arkasında olan, hatta çoğu zaman ondan da fazlasını anlatan düşünce dünyası. Cansever’in bu kimliği mimarlığından bağımsız bir kimlik ve aslında mimar Cansever ile kurduğu bağlar zaman zaman anakronik bir kaçıyor. Yine bu düşünce dünyasında, İbn-i Arabi, Mimar Sinan, Bursa’nın yerel mimarlığı, Le Corbusier’in modulorla kurmak istediği ekonomik-mimari düzen, sanatın kozmik amacı pek çok mesele bir arada tutarlı bir anlatı içinde durmakta.

Cansever’in kendisi de bu doğu-batı geriliminin çelişkilerini derinden yaşamış bir kimlik. Mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Uğur Tanyeli’nin “Cansever’in dünyasını paylaşanlar onun mimarlığını talep etmezken, mimarlığını talep edenlerin de onun düşünce dünyasına ne kadar girebildiği şüphelidir” tespiti usta mimarın hayatında çelişkilerin mesnet noktasını işaret etmektedir.

Batının gelişmelerinden hem haberdar, hem de periferide bile olsa kısmen içinde olan bir mimar olarak Cansever, bütün bu etkiye rağmen sanatta, kültürde ve mimarlıkta Batı-dışı bir gelişim çizgisi yaşanması gerektiğinin altını çiziyor. Benzer bir fikri savunan Mısırlı Mimar Hasan Fethi’nin aksine, Cansever geçmişten bir düşünce imgesi olarak faydalanıyor; Fethi gibi vernaküler mimarlığın tekniklerini günümüz kentine taşımıyor; aksine günümüzün yapı teknolojisini eserlerinde gizlemeden kullanıyor.

Bilge mimar Cansever

Mimar kimliğinin dışında, Cansever’in bir de müslüman kimliği var. Bu kimliği Taşkın’a göre salt bir inanç ve ibadet pratiği meselesinden ziyade hayatın her yanına yaklaşmasındaki temel referans noktası. Cansever kentte, Müslüman kimliği içerisinde yetişiyor; ailesi sayesinde erken yaşta musiki, hat sanatı eğitimleri alıyor; gençliğinde Elmalılı Hamdi (Muhammed Hamdi Yazır) başta olmak üzere çeşitli din âlimleriyle iletişim içinde oluyor. Bu renkli ve çoğulcu müslüman kimlik, Cansever’in üretiminin arka planındaki sezgisel, metafiziksel dünyayı oluşturuyor; mesela kentten ve mimarlıktan bahsederken sık sık tasavvufi bir kozmos anlayışına referans veriyor.  O, sanat eserini düşünce dünyasında tasavvur edilenin fiziksel alemdeki anlık bir yansıması olarak görüyor ve Volkan Taşkın’a göre bu “bilge mimar” şöyle soruların peşinden gidiyor: “Bütün alem her an yeniden yaratılıyorsa böyle bir evrende sanat eseri neyi temsil eder?”, “Değişim dolu bir dünyayı ifade eden bu kozmos anlayışıyla sanat eserlerinin ilk yapıldığı halde korunması nasıl örtüşebilir?”… Bu soruların peşinden koşan Cansever’e göre şehir de an be an değişen bir düşünsel ürünün yansıması olmalı: belli başlı kamu, dini ve ticari yapılar dışındaki kent dokusu kolayca değişebilecek bir mimari ile ele alınmalı, kentin bütünü korumacı mimarlık adı altında dondurulmamalı.

Auteur Mimar Cansever

Mimar Volkan Taşkın, konuşmasına Cansever’i auteur bir mimar olarak değerlendirebileceğimizi belirterek devam etti. Onun sadece bir binanın tasarımı ile ilgilenmediğini, inşaat süreci ve hatta arkasındaki bürokratik süreçlerle de bizzat ilgilendiğinden bahsetti. Ona göre mimar, sadece binayı yapmıyor, onu anlatmak için gerçekten çaba gösteriyor ve mimar gömleğini çıkarmadan bütüne dair bir şeyler söylemek istiyordu. Taşkın, burada onun gibi auteur mimarlara genelde yalnızca butik işler vermek gibi bir hatamızın olduğunu da ekledi.

Cansever’in mimari repertuvarı 

Taşkın, Cansever’in mimarlık kariyerine çok verimli bir dönemde başladığına değinerek; ilk dönemlerinin özel sektörün de Türkiye içinde serpilmesine denk gelmesi sayesinde mesleki üretim yelpazesinin zenginleştiğini ve genç yaşta farklı ölçeklerde projelerde yer alma şansına sahip olduğunun altını çizdi.

60 yılı aşan kariyerinde Cansever mimarlığının da kendi içinde ciddi dönüşümler geçirdiğine değinen Taşkın yine de bütün tasarımlarında ince işlenen zarif detayların ve insan ölçeğine uygun oranların ortak bir nokta olduğuna değindi. Örneğin artık sadece “hayalinin parçalarını” görebildiğimiz ve onun ilk kafasında kurduğu gibi kalamayan Beyazıt Meydanı’ndaki ağaçların arasındaki dinginliği hala onun sayesinde hala yaşayabiliyoruz. Taşkın’a göre Cansever’in eserlerinde belli yapılar kendini tekrar ediyor ve sanatçı sezgisel dekonstruktivizm yapıyor. Ayrıca özellikle seksenli yıllardan sonra mahalle ve dokular üzerinde daha çok çalışmaya başlayarak değişik bölgelere ait farklı alt kimlikler oluşturuyor. Tekil binalara ve yerel mimari elemanlara odaklanıyor. Örneğin betonlarla klasiği birleştiriyor, tonozları sıkça kullanıyor, modernize edilmiş Bodrum evleri yaratıyor; hatta son projelerinden biri olan Antalya Karakaş Camii’nde neredeyse tasarımcı olarak kenara çekilip, tamamen yerel ögelerin bir kolajı olan adeta jenerik bir camii mekanı yaratıyor.

 Turgut Cansever tanıklıkları

Beysun Mert: “Cansever’in müthişliği İslamla olan yakınlığının sanatına yansımasındaki tekilliği”

Katılımcılar arasında mimar Beysun Mert, Cansever ile ilgili görüşlerini aktarırken onun tekilliğine o zamanki mimarların durumunu özetleyerek daha çok dikkat çekti ve özellikle İslam’ı Batılı adabını da kullanarak eserlerine yansıtmaya çalıştığını vurguladı:

“Ben mimar Cansever ile bir kesişim yaşadım. Mimar Nezih Eldem ile çalışmıştım ve onunla çalıştığım dönemlerde iyi ahbaplardı. Onlar gelenekselden gelen birikimlerini enternasyonale iyi taşımışlardır. Biz birinci mimarlık döneminde zaten çok yoksuluz. Kurtuluş savaşı yeni bitmiş, mimarlar az ve ölçek sorunu yaşıyorlar ama onlara devlette iş veriliyor. Uygulama, mimarlıkta sokakta öğrenilen bir şey. Hepsi bir şey yapıyor, neyin olmadığını görüyor ve tekrar yapıyor. Bu o dönemin şansı ve Turgut Cansever de çok modernist bir adam. Moderni yakalamaya çalışıyor hep.

Mesela gitmiş Selimiye’deki Mimar Sinan Camii’de kubbenin on tane boşlukla nasıl hafifletildiğini aydınlık meselesini çözerek halletmiş, onu deşifre etmeye çalışmış. Bence Turgut Cansever’in dehası onun İslam’la olan yakınlığının sanatına yansımasındaki tekilliği. Turgut Cansever tekke geleneğinden geliyor ve ona felsefi olarak da kafa yoruyor ve onu formüle etmeye çalışıyor ama Batılı adabı da kullanarak bunu yapıyor.”

 

Vivet Kanetti: “Birtakım kitaplardan okunup anlaşılması bitirilmeyecek kadar zengin biriydi Turgut Cansever.”

Gazeteci ve yazar Vivet Kanetti, onun hiçbir tarafa sığdırılamayacak kadar sıradışı, Nietzsche’den girip Kant’tan çıkan bir entelektüel olduğunu ancak hiçbir hükümetin sanılananın aksine ona destek olmadığından bahsetti:

“Birtakım kitaplardan okunup anlaşılması bitirilmeyecek kadar zengin bir adamdı Cansever, Nietzsche’den girer, Kant’tan çıkan bir şahsiyetti. Topkapı’yı nasıl gezmek gerektiğini anlatır, oradaki renklerin nasıl anlaşılması gerektiğini söylerdi. Bütün bunlar şu anki yükselen Müslüman yeni neslin yüzde birine değmedi bile. Bunun altını çizmeliyiz. Turgut Cansever persona grata sayılmadı; hiçbir hükümet arkasında durmadı. Eğer Cansever’e bir kürsü verilseydi şu an onu anlatıp yansıtan bir elit sınıf olabilirdi. Bu iktidarla en ufak bir kesişme noktası yok, bu anlamda da sizin söylediğiniz tekilliği sonuna kadar koruyor. En üretken döneminde de çok yalnız kalmış, 75- 80 yaşları bir mimarın verimlilik çağıdır normalde, hiçbir şekilde destek verilmemiş ve o halde maalesef vefat etmiş.”

Selahattin Tol: “Turgut Cansever insanlar gibi binaların da öleceğini söylerdi”

Cansever’in Göztepe’de tasarladığı apartmanda yaşayan bir katılımcı ise deneyimlerinden şöyle bahsetti:

“Turgut Cansever hep şunu derdi: “İnsan nasıl yaşlanıp ölürse, binalar da eskiyip ölür, öyle olması gerekir.”  ’74 yılında bina yapıldığında daireler çok ucuza dağıtılmıştı ve alıp kalan aileler hep çok mutluydu. Ancak son yıllarda kentsel dönüşümün gelmesiyle camekânlı binaları görenler “Hemen bu da yıkılsın, bizimki de öyle yapılsın.” demeye başladılar. Bir tane blok yapıldı bunun sonucunda, hala daha da değiştirmek istiyorlar. Hâlbuki ölümsüz bir binaydı, çok güzel yapılmıştı…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 01:27:26