A password will be e-mailed to you.

Alexander Payne yeni filmi The Holdovers’ı 64. Selanik Film Festivali’nde düzenlenen basın toplantısında anlattı. Türkiye’de vizyona çıkmasından vazgeçilen ve festivallere verilmeyen The Holdovers, BeIN kanalında izlenebilecek. Payne, prömiyerini 50. Telluride Film Festivali’nde yapan The Holdovers’ı Noel filmi olsun diye planlamadığını, sadece “Noel sırasında geçen bir film” olduğunu ısrarla vurguladı. The Holdovers’ın hikayesi Payne’e ait, ama kendi yazmayıp birçok televizyon dizisinde imzası olan David Hemingson’a teklif götürdü.

Sideways ve Senden Bana Kalan / The Descendants adlı filmleriyle En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar kazanan, Seçimler / Election ile bu dalda aday gösterilen Alexander Payne, daha önce sadece bir kez kendi yazmadığı bir film yönetmişti; o da Cannes Film Festivali’nde yarışan Nebraska! İki Oscarına rağmen Payne, senaryo yazmayı sevmiyor, çok zor buluyor. “Yapay zeka bana bir senaryo yazabilse minnettar kalırdım,” diyecek kadar!

Merlusee filminden ilham aldı

The Holdovers’ı yapma fikri Payne’in 12 yıl önce Marcel Pagnol’un 1935 tarihli Merlusse adlı filmini izlemesiyle ortaya çıktı. Yeniden yapılabilecek potansiyele sahip bir film olduğunu düşünen Payne, beş yıl önce yatılı bir okulda geçen bir senaryo yazan Hemingson’a ulaşıp bu fikrini anlattı. Fransızca Morina balığı anlamına gelen Merlusse, bir gözü takma olan ve katı disiplini nedeniyle hiç sevilmeyen yatılı okul öğretmeni Blanchard’ın Noel tatilinde kimsesiz, Fransız olmayan ya da sadece istenmeyen yirmi öğrenciyle gözetmenlik yapmasını konu alır. Öğrencilerin aralarında Merlusse diye andığı bu öğretmenle ilişkileri okula tıkıldıkları bu tatil süresince onun başka bir yüzünü görmelerini sağlar.

Payne de benzer bir konuyu 1970’i 1971’e bağlayan Noel tatilinde Boston yakınlarındaki zengin ve nüfuzlu aile çocuklarının okuduğu  Barton Lisesi’ni taşıyor. Tam olarak geçmiş bir dönemden, ekipten, vs. intikal edenler anlamına gelen The Holdovers bu film özelinde geride bırakılanlar diye algılanabilir. Eski uygarlıklar dersi veren, bir gözü kayan, notu kıt ve disiplinli Paul Huhnan rolü için Sideways’in başrol oyuncusu Paul Giamatti ile 18 yıl sonra yeniden çalışan Payne, daha baştan senaryoyu onu düşünerek yazdırdı. Giamatti de tereddütsüz kabul etti rolü. Nasıl oynayacağını ise konuşmadılar bile! Payne “Nasıl oynayacağını biliyordu. Üstlenemeyeceği hiçbir rol olmayan en müthiş oyunculardan biri. Meryl Streep ya da Sir Laurence Olivier gibi bir oyuncu,” diyor Giamatti için. Bu usta oyuncuyla başrolü paylaşan Dominic Sessa ise ilk kez kamera karşısına geçen bir lise öğrencisi. 800 aday arasından seçildi. Casting direktörünü çok uğraştıran bir çalışma oldu. Gençlerin sadece Hollywood yapımları izlediğinden ve sinemayı bundan ibaret sandıklarından yakınan Payne “Sıra dışı bir yüzü olduğu için Dominic’i tercih ettik, ama deneme çekimleri berbattı. Umarım filmi mahvetmez diye endişelendim. Fakat provalar sırasında içinden bir oyuncu çıktı, hem de bir film oyuncusu,” diyerek övdü, son derece zor bir karakteri başarıyla canlandıran Sessa’yı.

“Hiçbir set inşa etmedik”

Payne, daha önceki filmlerinde de yaptığı gibi aylarca süren bir araştırmayla filmin geçtiği mekanı tanıma olacağı buldu: “Güçlü bir gazetecilik duygusuyla aynı yerde birkaç ay geçirince yine yüzeysel kalmakla birlikte orayı ve insanlarını tanıyorsunuz. Nerede ne olduğunu, insanların nasıl davrandığını öğreniyorsunuz. Filmde gördüğünüz bütün mekanlar gerçek, hiçbir set inşa etmedik.”

Öte yandan Payne, stüdyoya girmeden izleyiciyi filmin geçtiği döneme götürmeyi başarıyor. Kameranın varlığını unutturacak kadar sağlam bir yönetimle eski usul gibi görünen çok zarif bir film yapıyor. Noel, okul, aile, yalnızlık vb. denince akla gelen bütün klişeleri kullanıyor. Filmin birçok karakteri ve sahnesi aşırı tanıdık geliyor izleyiciye, ama Payne topluma egemen olan her türde ayrımcılık ve ikiyüzlülüğü “sıcak ve duygusal Noel filmi” kisvesi altında eleştiriyor. Doğrudan bir hiciv olmasa da The Holdovers, Amerikan toplumuna ait pek çok meseleyi ironik biçimde ortaya koyuyor. Dönemin sinemasına da bu bağlamda Arthur Penn’in Küçük Dev Adam / Little Big Man filminin izlendiği bir sahneyle gönderme yapıyor. Stanford Üniversitesi’nde İspanyolca ve tarih öğrenimi gören Payne, bu bilgisine ve Yunan kökenine ince göndermelerle filmini izleyiciye kendini iyi hissettiren sıradan filmlerden biri olmadığı mesajını aktarıyor. Payne’in sarf ettiği şu cümle hem filmin hem zamanımızın hazin duygusunu isabetle tanımladı: “Acaba, tamam, dünya artık gitmesi gerektiği yöne doğru gidiyor, diyebileceğimiz bir dönem görebilecek miyiz?”

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 02:05:18