A password will be e-mailed to you.

İstanbul’un önemli mekanlarından neredeyse terkedilmiş Haydarpaşa’da, geçtiğimiz günlerde bir sergi düzenlendi.

Haydarpaşa Garı kullanımdayken dünyanın çeşitli yerlerinden gelenlerin karşılandığı bir mekândı. Burası şimdilerde hepimizin bildiği üzere atıl halde bırakılmış ve geleceği öngörülemeyen bir tesis olarak kaderine terk edilmiş durumda.

Yaklaşık 8 senedir İstanbul’da yaşıyorum fakat sık sık gidip geldiğim bir yer değildir burası. Fakat Mayıs ayının başında iki gün üst üste burada bulundum. Nedeni ise Outside the Box idi. Sergiden aylar önce haberim olmuştu. Küratörleri Ezgi (Özkurt) ve Ece (Balcıoğlu)’yi aslında tanımıyordum. Kardeşim de bu sergide yer alacağı için, işler yapılırken görmek ve olanları yerinde deneyimlemek için açılıştan bir gün önce orada bulundum.

7 Mayıs

Sıcak ve yakıcı bir gündü. Haydarpaşa’ya girdim hala çalışan bir lokantası ve güvenlik görevlilerinden başka etrafta kimse yoktu. Şehrin ortasında devasa bir tarihi alandı ve yarı terkedilmiş hali, tüm görkemiyle orada duruyordu. Sergi Haydarpaşa’nın liman kısmındaydı. Oraya doğru ilerlerken çeşitli noktalarda iki güvenlik görevlisi beni durdurdu fakat nereye gittiğimi söyleyince sıkıntı olmadı ve devam edebildim.

Mekâna vardığımda işler yeni hazırlanmaya başlamıştı. Kardeşim Tutku ortalıkta yoktu ben de Ece’yle orada tanıştım. Mekân oldukça ilginçti insan her gün suyun dışında devasa bir şamandıra görmüyor hayatında. Rastarules bir jeneratör motorunu altın rengine boyamıştı. Biraz gidip onu inceledim ve devamında arkadaki vagonların oraya doğru ilerledim. Terk edilmiş bir dolu vagon. Mükemmel bir ortamdı. İyi bir mekân seçimi yapıldığından bahsettim Ece’ye.

Daha sonra Tutku geldi ve işinde kullanacağı varilleri taşımasına yardımcı oldum. Gün yakıcı güneş altında çalışmadan sonra son buldu. Güneş yerini gri bulutlara ve şiddetli rüzgâra bırakmıştı. Henüz yaz bizimle değildi ve önümüzdeki gün de geleceğe benzemiyordu.

8-9 Mayıs

Şehrin dışarısında oturduğumdan “Nasılsa yarın yine sergi için geleceğim” diye düşünerek Tutku’da kaldım. O kadar şiddetli bir fırtına çıktı ki gök gürlemelerinin ve yıldırımların ardı arkası kesilmedi. Bir açık hava sergisi için hoş şeyler değil tabi bunlar. 8 Mayıs günü serginin hava olayları nedeniyle 10 Mayıs’ta açılıp sadece bir gün gezilebileceğini söylediler. Şanssızlık.

9 Mayıs’ta sanatçılar gidip işlerinin ne durumda olduğunu ve düzeltmeleri gereken bir şey olup olmadığını kontrol etmeye gittiler. Tabii Tutku’nun kâğıttan şablonları darmadağın olmuştu, onları yeniden yapması gerekti. Ben orada değildim bu defa anlatılanlardan aktarıyorum.

10 Mayıs

Serginin açılış günüydü. Haydarpaşa’ya vardığımda ortam oldukça iyi görünüyordu. Fırtınanın etkilerini sezmiyordunuz. İyi kotarılmış ve iyi düzenlenmişti mekân. İnsanlar toplanmış yapılan işleri inceliyorlardı. Sokak sanatına uygun olarak Türkiye’nin meşhur sokak yemeklerinden tavuk pilav ve ayranda mekândaki yerini almıştı. Sınırsız tavuk pilav!

Rastarules’un şamandırası ve teknesi oldukça ilgi çekiciydi. İstanbul’un taşı toprağı altın cümlesinden yola çıkarak yaptığı altın rengi işleri oldukça iyiydi. Üstelik işleriyle izleyiciyi bağlayacak bir çeşit interaktivite geliştirmişti ve altın rengi bir basket potası ayarlayıp buna basket atabilenlere küçük küçük yaptığı işlerden hediye ediyordu. Melanie Völker’in Buzdolabı ve Tutku Bulutbeyaz’ın Varilleri mekândaki hazırlanmış alan algısını kıran işlerdendi. Sokak sanatını iyi kılan şeylerde bunlar değil midir zaten.

Aslına bakarsanız sergiye gelirken aklımda birkaç soru vardı. Bunlardan en önemlisi ve ilki sokak sanatının izin alınarak yapılıyor olması işin ruhuna aykırı bir durum değil miydi? Galeri sanatına tam zıt olan bu tip bir akımın ayarlanmış bir yerde oluyor olması beni biraz kuşkulandırmıştı.

Fakat müzikler, ortamın iyi bir şekilde ayarlanmış olması, sıkıcılıktan uzak ve işleri takdir etmeyi kolaylaştıran bir alan yaratmıştı. Elbette bunun ayarlanmasında Ezgi ve Ece’nin rolü büyük. Bu sergi başta bir mezuniyet projesi olarak tasarlanmıştı. Kamusal bir alanda, özellikle Türkiye’de böyle bir serginin başarıyla yapılmış olması, bu mezuniyet projesinin sadece bir proje olmaktan öte başka bu tip etkinliklere de yol gösterici nitelikte bir yere sahip olmasını sağlıyor.

Ezgi Özkurt projenin gelişimini şu cümlelerle anlatıyor;

“Ece ve ben bölümden arkadaşız(Sanat Yönetimi), bu son senemiz olduğundan 2014 Ekim ayında bitirme projesi için ne yapsak diye düşünürken bir sokak sergisi yapmak istediğimizi fark ettik. İlk olarak sokak sanatının tarihine dair araştırmalar yapmaya ve Türkiye’deki sokak sanatçıları hakkında bilgi toplamaya başladık. Kasım ayında sanatçılarla iletişime geçtik ve projeden bahsettik. 

Başlangıçta fikrimiz Galata, Karaköy civarında bir sokakta sergisi gerçekleştirmekti. Fakat sonra Haydarpaşa Garı’nın kapanacak olması, bir tarihin yok olmasının eşiğinde olmamız sebebiyle bu alanda bir sergi yapmanın çok daha iyi bir fikir olduğuna karar verdik ve Haydarpaşa Limanı’ndaki Rüştü Kaptan ile iletişime geçtik. İzin almanın imkânsız olduğunu düşünerek gitmemize rağmen çok olumlu tepkilerle karşılaştık ve sergi hazırlık süreci boyunca Haydarpaşa ekibi bize çok yardımcı oldular. 

Sanatçıların bir kısmı zaten arkadaşımızdı, bir kısmıyla bu etkinlik aracılığıyla tanışmış olduk. Sergiye hazırlık sürecinde 1-2 defa sanatçı değişikliğine gitmek durumunda kaldık. Bu, sokak sanatçılarının aşırı özgür ruhlara sahip olmasından kaynaklanan küçük anlaşmazlıklardan kaynaklandı. 

Sergideki sanatçıların hepsi sokak sanatçısı değildi, bunun özellikle böyle olmasını istedik. Böylelikle daha farklı işler çıkacağını düşündük ve öyle de oldu. 

Herhangi bir sponsorumuz olmadığından, yani bütçe olmadığından yapmak istediğimiz pek çok şeyi gerçekleştiremedik aslında. İmkânlarımıza göre yapabileceğimiz kadarı bu oldu. Ama yine de ortaya çıkan sonuçtan memnunuz diyebilirim.”

Projeye katılan sanatçılar;

Efe Işıldaksoy (rastarules)

Tutku Bulutbeyaz

Melanie Völker

Kadir Amigo Memiş

Eymen Aktel

Chek

Bedae

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-20 05:42:54