A password will be e-mailed to you.

Türkiye’nin tek fotoğraf sanatı galerisi Elipsis’in kurucusu Sinem Yörük’ün Paris Photo 2013 izlenimleri…
 

Kasım ayı gelince fotoğraf dünyası Paris’e doğru yol alır. Daha başlamadan Paris Photo fuarına parael olarak gerçekleşen Photo Off, Fotofever, FotoFest, Offprint etkinlikleriyle Paris Photo fuarının bu yıl hiç olmadığı kadar büyük olacağı konuşuluyordu. Son üç yıldır dev mimari yapı Grand Palais’de gerçekleşen Paris Photo’ya her geldiğimde niyeyse, binanın tam önünde kafamda “Carmina Burana” çalmaya başlıyor.  Bu bende sanki bu epik binanın içerisinde birazdan muazzam bir şölene şahit olacakmışız gibi bir his yaratıyor.

Bu yılki Paris Photo,  bugüne kadar en kapsamlı olanıydı. Toplam 136 galeriye ev sahipliği yaptı. Aynı zamanda bu fuar fotoğraf kitabının gittikçe artan koleksiyon değerini teyit edercesine 28 fotoğraf konusunda uzman kitap ve yayınevine yer verdi.

Yine üç büyük kurumun son fotoğraf alımlarından oluşan sergiler ve Harald Falckenberg / Deichtorhallen Hamburg’ın özel koleksiyonu sergilenirken; Martin Parr’ın “Protesto” konulu fotoğraf kitaplarından oluşan bir seçki de içerik anlamında oldukça düşündürücüydü.

Sadece fotoğraf mecrasına adanmış bir sanat fuarında, tarihinin başlangıcından günümüze kadar en iyi örneklerini görmek mümkün oluyor. Tabii ki bu kadar iş arasında kaybolmamak için kelimenin tam anlamıyla dersine iyi çalışmak gerekiyor. Benim tavsiyem, hep genel bakmaktan ziyade her galerinin kendine göre olan "niş"ini anlayıp, doğrudan onlara bakmak.

Böyle baktığımızda genel anlamda siyah-beyaza ciddi bir dönüş olduğunu; hatta günümüz sanatçılarının dâhil birçoğunun siyah-beyaz çalışmalarını görmek mümkün. Sunum anlamında ise özellikle 2000’lerde yayılan diasec diye adlandırılan önü pleksi sandviç baskılar neredeyse yok denecek kadar azdı. Belgeselden kavramsal işe kadar neredeyse tüm işler yine çerçeve içine girmişti. Dev boyutlu işler –ki iki elimle sayacak kadar azdı– yerine yine daha çok içine çeken davetkâr boyutlar tercih edilmişti.

Tabii ki olmazsa olmazlar, Frith, Talbot, Cameron, Sander, Edward Weston, Steiglitz, Abbott, Haas, Evans, Kühn, Koppitz, Brandt, Sudek, Cunningham, Adams ve Man Ray, uzayıp giden bir liste. Dahası Weegee, Sherman, Frank, Friedlander, Arbus, Klein, Tomatsu, Hosoe, Moriyama, Siskind, Eggleston, Shore, Goldin ve tabii ki Richard Avedon ve de İrving Penn…

Dikkat çekenlere gelince, Japon fotoğrafını günümüzde temsil eden genç kadınlar arasında Rinko Kawauchi, Ametsuchi serisiyle kontrollü olarak tarla yakma törenleri, zaman ve mekânı tabiat ve seremoni içerisinde inceliyor. Anonim fotoğraflar arasında dikkat çekenler arasındaysa özellikle 1960 tarihli  “LSD’li Kadın” foto serisiydi.

Bu yıl ayrıca foto-kolaj ve photoshoptan uzak eğlenceli manipülasyon fazlasıyla karşımıza çıktı. İlk göze çarpan Amerikalı deneysel sanatçı Duane Michals’ın  son işlerindeki yine boya, bulunmuş fotoğraf, metin ve ilham aldığı Fransız yazarlardan oluşan işleri oldu.

Ancak aklım, sanırım, Polonyalı Tomasz Szerszeń’de kaldı: Szerszeń, özellikle olası ama gerçekte var olmayan Polonya’nın geçmişinden kesitler ile yeniden gerçeküstü tarihini yazıyor.  Ayrıca Arjantin’li Jacques Bedel’in politik suçlar serisi, Taryn Simon son serisinden “Chiaroscurro”, Chema Madoz’un son işleri, Siobhan Liddel’in el baskıları vs.

Estonyalı fotoğrafçı Iveta Vaivode, Ojeikere J.D Okhai, Seydou Keita, Malick Sidibé. Sean Hemmer ile Afrikalı fotoğrafçılar arasında ve “Solitary Structures” serisiyle sürekli mücadele ve gerilim içerisinde olan şehirlerdeki mimari yapı ve strüktürlerine portre bakışıyla esrarengiz kılıyor.

Bunların arasında hayalci, biraz kaygısız ama eğlenceli işler yapan Güney Koreli İna Jung rastlamak biraz kafayı boşaltıp güldürürken, isteseniz bile kaçıramayacağınız dev boyuttaki Jurgen Teller’ın “Vivenne Westwood”ları ile tekrar yön bulunuyordu.

Bu yılda koridorlarda Gilbert Garcin, Elliot Erwitt, Joel Meyerowitz, Martin Parr, Sebastiao Salgado, Bryan Adams, David Drebin, Sophie Calle ve Antoine D’Agata gibi sanatçılara rastlamak mümkündü.

Tabii bu arada dışarda olup bitenler arasında vakit bulup gidilmesi gereken sergiler arasında özellikle görmeyenler için Salgado’nun Genesis, Sugimoto – Buddha, Blumenfeld, Petersen retrospektifi, Larrain Vagabondages, Latin Amerika Fotoğrafı, Sotheby’s ve Christies fotoğraf müzayedeleri derken bitkin bir halde doymuş; hatta dolmuş bir şekilde bir Paris Photo’nun daha sonuna gelmiş olduk.

Daha fazla yazı yok
2024-05-06 12:17:24