A password will be e-mailed to you.

Elgiz Müzesi’nin Teras Sergileri <40 serisinin 2013 edisyonunun katılımcılarından Seval Şahin, sanatatak.com’un sorularını yanıtladı.

Heykelden bir araç olarak beklentiniz nedir?

Seval Şahin: İçinden geldiğim için olsa gerek başta heykel ve sonra tüm sanat disiplinlerinin yaşamı olumlu anlamda değiştirip dönüştürmek temelli olduğuna inanıyorum. Heykeli doğanın bu ilkesine bağlı kalarak yapmak en verimli araca da çevirmek olur diye düşünüyorum. 


Türkiye’deki toplumsal ve politik heykel algısına dair düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Seval Şahin: Türkiye’de ağırlıklı olarak toplumun heykele bakışı kurucu kimliklerin heykellerinden ibarettir. Kurucu kimliklerin heykelleri ise egemenin resmi ideolojinin ürünüdür. Türk burjuva aydınlanmasının sanat anlayışı, heykeli politikanın bir aracı biçimine dönüştürmüştür. Bu sonuç içinde yaşadığımız toprakta ortaya çıkan geleneksel simgelerin hafızalardan silinerek iptal edilmesine neden olmuştur. Bu nedenle halk heykelde kendini göremiyor. Kendisini ezeni görüyor. Bu yabancılaşma kırılamadığı sürece kamusal alanlar yaşamın içinden çıkan ve yaşamın çelişkilerini ezilenlerin bakışından yakalayan bir sonuca evirilemeyecektir.


Türkiye’de kamusal alandaki heykeller arasında bir favoriniz sevdiğiniz var mıdır?

Seval Şahin: Anadolu’nun egemen karşıtı geleneklerine baktığımızda; heykel uygulamaları, inanç ve felsefi öğretilerin simgeleştirdiği kavramların biçime dönüşmüş halidir. Simgesel olarak lâmekân (mekânsızlık) algısına sahip olunduğundan ve evrendeki her şeyin “Tanrı”nın dahi maddenin “öz”ü olduğuna inanıldığından heykel objelerine her an her yerde rastlanabilir. Bundan ötürü tek bir inançsal ‘’merkez’’ algısı yoktur. Doğa ve insan tapımı çerçevesinde doğada ve elbet de insanın bulunduğu her yerde kutsallık bulunabilir. O halde her yer merkezdir. Böyle bakıldığında, bugün anıt heykel olarak değerlendirebileceğimiz, ‘’anıt taş’’, ‘’anıt ağaç’’, ‘’anıt mağara’’, ‘’anıt pınar’’ya da ‘’anıt dağ-tepe’’ kutsallaştırılmıştır. Çünkü bu kültürlerde akıl ‘’biçim’’ kazanmak zorundadır. Yani akıl kendi içindeki ‘’mekânı’’ dışa vurmak durumundadır. Bu dışavurumu kimi kez insan yapar kimi kez de doğa yapar. Zaten akıl kendi içindeki mekâna ilişkin bilgiden başka bir şey değildir. Tüm bunlardan hareketle bu topraklarda gezinirken gördüğüm doğanın büyük bir itinayla yonttuğu dağ, taş, ağaç, mağara ya da bir pınar vs. benim vazgeçemediğim kamusal alan heykelleridir.


Kamusal alanda nerede ve nasıl bir heykel yapmak gibi bir hayaliniz var? Var mı?

Seval Şahin: Türkiye’de kamusal alanlar yaklaşık 50-60 yıldan beri hızla değişerek dikeysel bir kentleşmenin arasına hapis oldu. Bu dikeysel kentleşme doğayı, insanı ve heykeli küçülttü. Artık seyir nesnesi heykeller olmaktan çıktı. Bunun yerini binalar aldı. Bir heykeltıraş olarak ben bu ters dönüşümü değiştirmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla var olan kamusal alanlara uygulanacak heykellerin kendi mekânını yaratarak buna başkaldırı biçiminde kendini var etmesi gerekmektedir.  

Heykel sanatının bugünü kazandığı ve kaybettiği anlamlar üzerine neler söylemek istersiniz?

Seval Şahin: Yine Türkiye koşullarında bakacak olursak; bugünden başlayıp geçmişe doğru baktığımızda heykelin evrimsel sürecini doğru tamamlayamadığını söyleyebilirim. Geçmişte kendi doğalında gelişen anlam bütünlüğünün bugün yerini egemenin politik çıkarları aldı.

 

Görseller: Seval Şahin, İsimsiz (Bütünlük serisinden), 2008; metal, yükseklik: 75 cm, çap: 200 cm

Daha fazla yazı yok
2024-05-10 02:03:20