A password will be e-mailed to you.

Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu için yürütülen kapalı devre seçim protokolünün bu yıl gösterime girecek 15. serisi için iki aşamalı açık çağrı yöntemine gidildi. Önce 36 ardından 9 proje ikinci aşamaya kaldı. 2015’in son haftalarında Teğet Mimarlık kurucuları Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar ile Feride Çiçekoğlu koordinatörlüğündeki “Darzana” isimli önerinin seçildiği ilan edildi. Seçim komitesinin tercihini özetlediğini düşündüğü açıklama hazır hiç de doyurucu değilken seçilmeyen projelere Burak Altınışık’ın kıymetli eleştirel yazısı ışığında bakmanın tam zamanı.

1- Abdi Güzer’in Pandora’nın Kutusunu Mühürlemek başlıklı önerisi, Aravena’nın “statükodan kurtulmayı başaran mimarlık örneklerine odaklanma ve bunlardan öğrenme” argümanını dikkate alarak, Türkiye’de kentin içine sıkışmış az sayıdaki nitelikli çalışmanın umut ışığı olamayacağı, radikal bir yaklaşım olarak kentlerin aşındırıcı etkilerden arındırılması anlamında “kentin/kent dokusunun geri sarılması” şeklinde isimlendirdiği düşünsel ölçekte radikal ve ütopik öneriler üzerinden bir cephe kazanımı ve zihniyet değişimi öngörüyor.

2- Arman Akdoğan ve Ömer Selçuk Baz’ın In Transit/Nakil Halinde başlıklı önerisi uzun bir süredir etkin olan mülteci akışının ortaya çıkardığı krizler çerçevesinde mülteci kamplarının projelendirilmesi, işletimleri, nitelikleri ve açmazlarını duygusallığın ötesinde mimarlık disiplininin barındırdığı ve diğer disiplinlerle işbirliği içinde geliştirilebileceği araçlar ve bilgi içeriğiyle yeniden düşünmeye davet ediyor.

3- Esra Akcan’ın Architecturefugee/Mimarimülteci başlıklı önerisi içeriğinin provokatifliği ile öne çıkan bir derleme. Yaşanmakta olan mülteci krizi üzerinden mültecinin/mülteciliğin mimarlık birikimi içindeki tarihsel ve kuramsal boyutları araştırmaya yönelen öneri, yurtsuzluk kavramına bağlanan insan hakkı rejimleri, sivil itaatsizlik, kurumsal rejimler gibi bir dizi oluşu tanım ve sınırlarını krize sokarak ulus-ötesi yapılara, yeni bir misafirperverliğe ve kozmopolitik etiğe davetiye çıkarmayı deniyor. Dört ayrı yerleştirme ile iç içe geçmiş bir tarih kurgusunu görselleştirerek deneyime açmaya çalışıyor: “Mülteci Mimarlar” yerleştirmesi İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesi ve sırasında Türkiye’de mimarlık yapan göçmen mimarlar üzerine bir araştırmayken, “Mülteciler için Mimarlar” yerleştirmesi misafir işçi programı, askeri darbe, makul sayılmayan siyasi-etnik kimlikler yüzünden Türkiye’den Berlin-Kreuzberg’e göçen bireylerin konutlarının kentsel dönüşümünü izlemeye çalışıyor. Merkezdeki içi su, çeperi saran labirent yüzeyleri biber gazı dolu, yarı-saydam “Mülteci Evi” isimli yerleştirme ise özelde Suriyeli mültecilerin dramlarına, Gezi olaylarına, genelde yurtsuzluk, sivil itaatsizlik, mülteci-evsiz, aktivist-evsiz gibi konumlanmalardaki bireylerin devlet denen siyaset makinelerinin sebep ve sahne olarak sergilediği trajedi ve şiddeti temsil etmeye yönelen iç içe hikayelerin metaforu olarak öneriliyor. Yeni-misafirperverlik ve kozmopolitik etik mecazı olarak kurulan “Platform” ise Suriyeli mülteciler ve yurtsuzluk konuları üzerinde çalışanlar için performatif bir zemindir. Akcan’ın önerisi ilk bakışta çarpıcı olmakla beraber iç içe geçirmeye çalıştığı farklı tarihsel hikayelerin özgül karmaşıklıklarına yoğunlaşacak bir şekilde temas etmeden temsiliyet düzleminde erekselleştirdiği başlıklara dair kolajlar olarak araçsallaştırdığını düşündürtüyor. 

4- Dicle Uzunyayla, Nurgül Yardım ve Suranda Nanayakkara’nın Manifacto/CariBeyan önerisi mülteci kamplarına yönelik mevzuat içeriğini kuran, resmi dil vakumuna tek başına vakur ifadelerle yerleşen devleti, “anti-mevzuat” olarak tanımlanan gerçek öznelerin cari koşullarını ortaya koyan görüşme tutanaklarıyla krize sokmaya çalışarak mültecilerin kent hakkını ele alıyor. 2-Arman Akdoğan ve Ömer Selçuk Baz’ın In Transit/Nakil Halinde başlıklı önerisi uzun bir süredir etkin olan mülteci akışının ortaya çıkardığı krizler çerçevesinde mülteci kamplarının projelendirilmesi, işletimleri, nitelikleri ve açmazlarını duygusallığın ötesinde mimarlık disiplininin barındırdığı ve diğer disiplinlerle işbirliği içinde geliştirilebileceği araçlar ve bilgi içeriğiyle yeniden düşünmeye davet ediyor.

5- Dicle Uzunyayla, Nurgül Yardım ve Suranda Nanayakkara’nın Manifacto/CariBeyan önerisi mülteci kamplarına yönelik mevzuat içeriğini kuran, resmi dil vakumuna tek başına vakur ifadelerle yerleşen devleti, “anti-mevzuat” olarak tanımlanan gerçek öznelerin cari koşullarını ortaya koyan görüşme tutanaklarıyla krize sokmaya çalışarak mültecilerin kent hakkını ele alıyor.

6- Merve Bedir ve Brendan Cormier “After Gezi/ Gezi Sonrası” başlıklı önerilerinde safkan bir mimarlık sergisi yerine tasarım, kent, emek ve kolektivite hakkında geniş bir yayılımla konuşabilmek üzere, protesto hareketlerini ortaya çıkaran mesele ve temaşanın ötesine evrilerek zaman içinde kentte farklı mekan ve farklı eylemler ortaya çıkaracak fikirleri ve tavırları somutlaştırmasının örneklerini Gezi olaylarını takip eden iki yıl içinde görünürlük kazanan Mülksüzleştirme Ağları, Düzce Evsiz Kiracı Depremzedeler Kooperatifi ve Düzce Umut Atölyesi, Kuzey Ormanları Savunması, Herkes İçin Mimarlık, Özgür Kazova Tekstil Kooperatifi, Matbah-Mutfak beş olay/oluşumla sergilemeyi seçiyor.

7- Sinan Logie ve Yaşar Adanalı ikilisinin Front everywhere, hope everywhere!/Her yer cephe, her yer umut! önerisi Türkiye’de son on yılda yüksek bir ivmelenmeyle doğal ve sosyal dokular üzerinden geçen çimento dalgasının mimarlık kültürünü bir gayrimenkul faaliyetine indirgerken, ülkenin de çimento ve demokrasi arasında salınan bir sarkaca dönüştüğü saptamasıyla çizdikleri genel çerçeve içinde, umudun tasarlanabileceği ve alternatiflerinin inşası için ölçeklendirilebileceği düsturuyla umut cephesi aktörlerini bir araya getirecek uluslararası bir tartışma alanı oluşturmayı amaçlıyor.

8- Yelta Köm, Elif Çiğdem Artan, Eray Çaylı ve Hayrettin Günç ekibinin “Inhabiting the Threshold/Eşikte İkamet” başlıklı önerisi siyasi çalkantı, silahlı çatışma, hukuki belirsizlik, rant odaklı kentsel dönüşüm gibi etkiler sonucu çalışma ve yaşama koşullarını kuşatan istiktarsızlıklara bağlı olarak yarı-zamanlı çalışmanın, göçmenliğin, kısa dönemli ardışık kiracılığın dünya nüfusunun giderek genişleyen bir kesimi için sürekli bir gerçekliğe dönüştüğünün altını çiziyor. Söz konusu durumun küresel boyutta hacim kazanmasının eşik olgusunu başlı başına bir mekana dönüştürdüğünü iddia ediyor. Bu çerçeveden hareketle, “eşikte ikametin mimarlığı neye benzeyebilir?” sorusunu sınıfsal, siyasi, hukuki, kentsel başlıklarıyla karakterize olan mekânsal yerleştirmeler aracılığıyla irdelemeye çalışıyor.

Kaynakça: http://urbanilaklakan.com/venedik-mimarlik-bienali-turkiye-pavyonunda-neyi-sergileyecek/

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 12:24:39