A password will be e-mailed to you.

Venedik Bienali’nin kalbinde sanki Ashes oturuyor. O bir Robert Mapplethorpe portresi gibi. Her geçen gün sular altına gömülen Venedik’te bienalin tam ortasında büyük bir fabrikayı andıran dev serginin en duyarlı hikayesinin kahramanı o.

Steve Mcqueen’in video yerleştirmesinin kahramanı Ashes. Karayipli dünya güzeli bir Grenedalı. Adada yaptığı bir film için tanımış onu Mcqueen. Yönetmenin annesi ve babası Greneda doğumlu. Buradaki gündelik hayat hakkında çektiği film esnasında Ashes’la tanışmış.

Steve Mcqueen daha sonra Karayiplere gittiğinde Ashes’i soruyor ve öldüğünü öğreniyor. Hatta öldürüldüğünü. Bu onu çok etkiliyor. Ashes’ın doğru düzgün bir mezarı da olmadığını fark etmesiyle Ashes’in arkadaşlarıyla birlikte ona bir mezar yapmaya karar veriyor. Mezar taşını yazıyor arkadaşları. Onu anlatıyorlar. Onu anıyorlar. Steve Mcqueen, Ashes’i Super 8 kamerayla Robby Müller’in çektiğini anımsıyor. Bu görüntüleri Ashes’in mezarını yapan arkadaşlarıyla birlikte çektiği görüntülerle birlikte kullanıyor. Ashes kamereya bakıyor. Gülümsüyor. Suyun üzerinde. Bir sandalda. Fondaki ses, Ashes’in mezarının başında arkadaşlarının söylediği türküler. Ashes’in mezarını yapan görüntülere eşlik eden ses ise Ashes’in bindiği sandalı sürükleyen rüzgar ve suyun sesi. Mcqueen’in iki kanallı sırt sırta vermiş Ashes görüntüleri, bu serginin az ilerisinde bir yükselip bir alçalan Venedik denizinin açıklarında boğulmuş onlarca mülteciyi isimsiz bedeni hatırlatıyor bir çırpıda. Nedensiz yere arkadan bıçaklanarak öldürülen Ashes’a sonradan yapılan mezar da öyle… İtalya açıklarında can veren onca isimsiz mülteci için yapılmış bir anıt gibi dikiliyor karşımıza. Bir krizi hatırlatırken bu krizin sarabilme ümidini aşılayarak…

Bu video yerleştirmenin hemen karşısında çağdaş sanat dünyasının yükselen ismi genç Kolombiyalı star Oscar Murillo’nun “projesi” var. Çalışanlarıyla birlikte… Büyük masalarda yer alan tuval bezlerini anlatıyor İtalyan çalışanlar. Bu dev bir proje. Bir Oscar Murillo projesi. Dünyanın bütün okullarına ulaşan Murillo çocuklara tuval bezleri göndererek istediklerini yapmalarını söylüyor. İstanbul dahil birçok dünya şehrindeki çocuğa ulaşılmış. Bu tuvaller masalara bir kumaş satıcısı gibi seriliyor. Sergiyi gezenler onlara bakıyor. İnceliyor. İstanbul’dan Özel Esayan Okulu öğrencileri resim yapmış örneğin. Murillo’nın dev projesiyle isimsiz Ashes’in dev bir kahramana dönüştüğü video yerleştirme arasında işte 56. Venedik Bienali, büyük ve küçük anlatılar arasında gidip gelecek. Dev projelerle duyarlı hikayelerin kesiştiği kesişmeyip küstüğü hatta gerildiği sergiler bütünü olarak. Sürprizlere açık ve sürpriz yapmak istemeyi dileyerek…

Arjantinli Mika Rottenberg, Nijeryalı Koro Akpoiere, Mozambikli Gonçalo Mabunda Bosnalı Maja Bajevic, Hindli Rupali Gupta, Güney Afrikalı Joachim Schonfeldt, Türkiye’den Meriç Algün Ringborg bu süprizlerden sadece birkaçı. John Akomfrah’ın Vertigo Sea filmi de öyle… Aslına bakarsanız büyük boyuttaki Baselitz’lerden Lorna Simpson’lardan, Chris Ofili mabedinden, Marlen Dumas’nın vanitas’larından oluşan duvarlar da öyle… Küçük büyük demeden starlarla henüz star olmayan isimleri bir arada her ne kadar mütevazi bir şekilde sunmak istese de küratör Enwezor, korumasız dolaşmayı başaramadığı gibi iddialı olmaktan kaçınamıyor. Ezici olmaktan da… Farocki’nin bütün arşivini önümüze serse de… Bruce Nauman’lardan taviz vermese ve İtalya’nın büyük avangardı genç yaşta ölen Pino Pascali’ye selamını esirgemese de, Kutluğ Ataman’ın Sakıp Sabancı portresini kült filmci Chris Marker’ın portreleriyle çerçevelese de ezici olmaktan kurtulamıyor.

Evet, Tiffany Chung duvarında Suriye’nin resmi olmayan haritalarını elleriyle dikiyor. Marco Fussinato, sanatçı kitaplarının gelirini Milanolu anarşist hareket Primo Moroni’nin arşivine gönderiyor. Jeremy Deller, Kapital’i okuyor. Olaf Nicolai, Giardini’yi, İtalyan avangard çağdaş besteci Venedikli Luigi Nono’nun Marx’ı Tüketmek bestesiyle gezdiriyor. Raqs Media Collective, Giardini’deki heykelleriyle Orwell’i yorumluyor. Kesinlikle, Walker Evans’ın Let Us Praise Famous Men’i nadide bir taş gibi göz kamaştırıyor. Küratör Enwezor’un Marks ve Benjamin gölgesinde tüm dünyayı Kongo’dan Karayiplere, California’dan Suriye’ye bütün dramlarıyla kavramak/kavratmak arzusu yenik düşüyor her şeye rağmen… Neye? Başta mekana ve bedene dolayısıyla zamana… Dolayısıyla Agamben haklı… Tıpkı “bedendeki” gibi çağdaş sanatta da “hiçbir şey ya da bunun haz ekonomisi, egemen iktidarın taleplerine karşı gelinebilecek sağlam bir zemin bulmamıza imkan sunuyor görünmüyor.”

Daha fazla yazı yok
2024-05-06 08:38:19