A password will be e-mailed to you.

ABD’de yeni yayınlanmaya başlayan Halt and Catch Fire’ın bekası, Mad Men kadar kaliteli olup yine de bir Mad Men olmamasında yatıyor. Burak Kaplan’ın değerlendirmesi…

Akşamdan kalma bir günün sabahında, ofis çekmecesinden çıkardığı yeni gömlekleri giyip toplantılara giren ve bünyesinde hala bolca viski varken yaptığı sıkı konuşmalarla müşterilerine yalanlar satmayı başaran Don Draper, ‘düşüş’ yolculuğunun sonuna yaklaşıyor. Evet, Mad Men önümüzdeki sene ekranlara veda ediyor. Bu yüzden, özellikle final sezonunu ikiye bölen ve araya bir yıl tatil koyan dizinin yapımcı kanalı AMC’ye olan hislerimiz biraz karışık. Bir yandan dizinin final sezonunu bir bütün olarak izleme zevkimizi elimizden aldıkları için onlara sinirliyiz, bir yandan da hileyle hurdayla da olsa Mad Men’i hayatımızda bir yıl daha tutmamıza vesile oldukları için seviyoruz kendilerini. Tabi bir de özellikle son yıllarda sayıları gittikçe artan dönem dizileri furyasının kapısını açtıkları için de ayrıca minnet duyuyoruz kanala. Zira, Mad Men bu kadar başarılı olmasaydı bugün Boardwalk Empire, Downton Abbey, Masters of Sex ve çok daha fazlasından mahrum kalmış olabilirdik…

AMC de kendi başlattığı bu furyanın dışında kalmak istemiyor olacak ki 60’ların yakışıklı reklamcılarının yerine 80’lerin dahi yazılımcılarını koymak için kolları sıvadı bile. Peki, bu Halt and Catch Fire denen yeni dizi bize gerçekten orijinal bir içerik sunabilecek mi? Yoksa AMC, Mad Men’in boşluğunu onun bir karbon kopyasını yaratarak mı doldurmayı planlıyor? Halt and Catch Fire’ın, izleyicilerin nezdinde vermesi gereken en büyük sınav da burada başlıyor işte! Dizinin, Mad Men kadar kaliteli olup yine de bir Mad Men olmaması, Teksas’lı yazılımcıların bekası için çok önemli.

İhtiyarlara yer yok

Sabahın ilk saatlerinde, henüz günün yeni yeni aydınlanmaya başladığı bir sahne ile açılıyor Halt and Catch Fire. Bomboş bir yolda son hızda giden siyah bir Porsche, yolun ortasından yavaş adımlarla (doğası gereği) geçen bir Teksas Armadillo’yu eziyor. Arabadan inen Joe MacMillan, güneş gözlüklerini çıkarıp, arabasının tamponuna saplanan Armadillo’nun cansız bedenine bakıyor. MacMillan’ın yüzünde pişmanlık ya da üzgünlük gibi ifadelerden eser yok. Sadece, belki biraz cilalı arabası kirlendiği için keyfi kaçıyor ama bu da o kadar büyük bir dert değil onun için. Dizinin açılış sahnesi, bütün bir sezon (ya da belki pek çok sezon) boyunca aslında kimin ve neyin hikayesini izleyeceğimiz konusunda bize kritik ipuçları vermesi açısından son derece önemli. Zira MacMillan karakteri, Teksas’a – ABD’nin güneyine – yeni taşınan bir kuzeyli ve ‘iş’ yapmak için geldiği bu yeni coğrafyanın, onun hedefe odaklı ve acımasız kişiliğine hiç uygun olmadığı gün gibi ortada. MacMillan’ın Teksas eyaletinin sembolü olan Armadillo’yu ezip geçmesi de bize daha ilk dakikadan bu kuzeyli yabancının dizinin diğer kahramanlarının hayatlarında yaratacağı ‘yıkım’ konusunda hazırlıklı olmamız gerektiğinin sinyalini veriyor aslında.

Bu ‘yıkım’ meselesi, dizinin altını çizdiği en önemli tema belki de. Dizinin ismi de buradan yola çıkılarak konulmuş zaten. Halt and Catch Fire (HCF), bir bilgisayar komutu. Bu komut, bir bilgisayara verildiği anda bilgisayar kendi sistemini bir yarış durumuna sokuyor ve sistemde bir üstünlük arayışına giriyor. Komut bir kez verildi mi de bilgisayarı eski, çalışır haline geri döndürmek ve yeniden kontrolünü sağlamak mümkün olmuyor. Bu noktadan yola çıkarsak, MacMillan’ın bir karakter olarak dizinin hikayesi için bir HCF komutu gibi çalışacağını ve sadece üstünlük ve güç elde etmek için olayları geri döndürülemez bir hale sokacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki, uzaklardan çıkıp kasabaya gelen bu gizemli yabancının amacı ne? Yani diğer bir deyişle ne işi var Teksas’ta?

Joe MacMillan’ın bir teknoloji şirketinde kendisini işe aldırmasıyla (yanlış okumadınız, şirkette açık bir pozisyon yokken yapıyor bunu) başlıyor hikayemiz. Cardiff Electric, orta ölçekli, kendi kulvarından sapmayan ‘muhafazakar’ bir şirket. MacMillan da ‘satışlarınızı arttırırım’ palavrasıyla kapağı atıyor bu şirkete. Tabi, gizli planları olduğunu anlamamız çok zaman almıyor. MacMillan, şirketin sıradan görünümlü aile babası mühendislerinden Gordon Clark’a yanaşıyor ve çıkarıyor ağzındaki baklayı; ‘Hadi bir IBM bilgisayarını parçalayalım ve tersine mühendislik uygulayalım. Biz de bir bilgisayar yapamaz mıyız?’

Dizinin ‘yıkım’ temasıyla kurduğu ilişki burada da kendini gösteriyor böylelikle. Tersine mühendislik uygulamak, kısaca bir ürünü parçalarına ayırmak ve sökmek anlamına geliyor. Yani çalışan bir yapıyı açmak ve yıkmakla mümkün olan bir işlem bu. ‘Yıkım’ kavramı üzerinden kurulan bu metaforik anlatımın dizinin her köşesinde karşımıza çıkıyor olması elbette ki bilinçli bir tercih. Böyle bir tercihi, dizinin hikayesinin geçtiği zaman dilimini ve konu edindiği sektörü de göz önüne alıp değerlendirdiğimizde ortaya büyük bir resim çıkarmak da mümkün hale geliyor. Halt and Catch Fire, 80’lerin silikon vadisinde geçiyor ve bilgisayar devrimini konu ediniyor. 60’lar ve 70’lerin mekanik Amerikası yok artık! Yeni bir dünya düzenin temelleri atılıyor ve yavaş olan, mekanik olan, eski olan hiçbir şeye yer yok bu yeni dünyada. Sadece, hızlı olana, dijital olana ve yeniye yer var. ‘Yıkım’ da bu yüzden kaçınılmaz zaten!

Tam da bu mekanik – dijital argümanı üzerinden Joe MacMillan – Donald Draper ya da Halt and Catch FireMad Men ilişkisi üzerine de bir şeyler söylenebilir. Halt and Catch Fire’a ‘yeni Mad Men’ etiketi yapıştırmak, her iki diziye de, en basit haliyle, haksızlık etmek olur açıkçası. Çünkü Mad Men’in hikayesinin bittiği yerde Halt and Catch Fire başlıyor aslında. Mad Men’in devam edemeyeceği bir zaman diliminde hikaye anlatım bayrağını ondan devralıyor Halt and Catch Fire. MacMillan’ın dünyasında Draper’a yer yok anlayacağınız. Draper’ın hikayesi, vicdan ve hesaplaşma temaları üzerine kuruluydu. Oysa, ‘MacMillan’ın bir vicdanı var mı’ o bile başlı başına bir tartışma konusu. Onun hikayesi, kibir ve parçalanma üzerine kurulu. Burada asıl soru ise; MacMillan’ın parçalanırken yanında kimleri götüreceği…

Jedi’nin dönüşü

MacMillan’ın ‘kusursuz’ bilgisayarı inşa etme planının en önemli oyuncusu, muhtemelen emekliliğini Cardiff Electric’ten almaya çoktan razı olmuş mühendis Gordon Clark. Bir zamanlar büyük hayalleri olan bu kaderine razı olmuş adam, aslında diziyi izleyecek pek çok kişinin hemen bir özdeşlik kurabileceği bir aile babası. Güzel bir eşi ve iki çocuğu var. Müstakil bir evi var, ‘steyşın’ bir arabası var. Kısacası Amerikan rüyasının sunduğu her şeye sahip bir adam Gordon. Fakat gelin görün ki mutlu değil. Gençliğinde içinde yanan ‘keşfetme’ ateşi bir türlü sönmemiş. Biraz da karısı Donna’nın ‘maceraya atılacak yaşları geçtik, düzenli bir yaşamımız olsun’ tavrı yüzünden hayallerinden vazgeçmiş. Aslında Donna da tıpkı Gordon gibi bir mühendis ama; kocasının aksine o, gençlik yıllarında şanslarını denediklerine fakat başaramadıklarına ikna olmuş durumda. Gordon da ‘bari Donna mutsuz olmasın’ diye üzerine fazlaca bol da gelse giyivermiş aile babası giysisini.

MacMillan’ın Clark ailesinin hayatına girmesiyle ise bu kurulu ‘düzen’ bozuluyor, giysi düşüveriyor aniden. Gordon’ı henüz hiç bir şey için geç olmadığına ikna ediyor MacMillan ve onu, içinde bulunduğu bu bitkisel hayattan çıkarıp, uyandırıyor. İşte tam da burada, MacMillan’ın planlarıyla ilk olarak Clark ailesinin karşısına çıktığı yer ve durum konuyu özetler nitelikte görülebilir. MacMillan, Clark’ları bir sinema çıkışında yakalıyor. Clark ailesi, ailece Yıldız Savaşları serisinin son filmi olan Jedi’nin Dönüşü filmini izlemiş, salondan çıkıyor. O dakikada anlıyoruz ki bu hikayenin Han Solo’su da Gordon Clark aslında. MacMillan, tıpkı Luke Skywalker’ın Jedi’nin Dönüşü filminin başında dondurulmuş halde olan Han Solo’yu uyandırması gibi uyandırıyor Gordon’ı. Buzlarını çözüyor aile babamızın ve yeniden oyuna dahil ediyor kahramanı.

Gordon’ın bu gençliğinde başarısız olduğu gerçeğini kabullenememesi durumu, MacMillan ve Gordon’ın çalışmaya başladığı mekanın bir evin garajı olmasıyla anlam olarak daha da güçleniyor ayrıca. ABD’nin teknoloji alanındaki çoğu başarı hikayesinin bir garajda şekillendiğinden haberdarız. Pek çok genç mühendisin (ya da kaşif diyelim hadi) ilk çalışmalarını evlerinin garajında gerçekleştirdiklerini ve bu mekanın bir gençlik mabedi olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden de 30’lu yaşlarındaki aile babası Gordon’ın, gençliğinde ıskaladığı başarıyı yakalamak adına, yeniden garaja sığınmış olması manidar. Gordon konusunda sonunda haklı olanın Donna mı yoksa Joe mu olduğunu bekleyip göreceğiz tabi ama Gordon’ın sonunun Han Solo gibi olmayacağını da seziyoruz işte. Sonuçta, bu hikayede Ewok’lar yok ve burası da gerçek dünya!

Bir zamanlar askerdik

Joe’nun ‘yıkım’ ekibi sadece Gordon’dan ibaret de değil tabi! Dizinin henüz ilk sahnelerinden birinde (Joe’nun bir üniversitede yaptığı bir konuşma sırasında) hikayeye dahil olan Cameron Howe, geleceğin teknoloji dünyasının neye benzemesi gerektiği konusunda ‘uçmaktan’ çekinmeyen bir yeniyetme üniversite öğrencisi. Askeri kıyafetler giyip, saçlarını erkek gibi kestiren bu genç kızın Cardiff Electric’in dünyasına dahil olması ise; dizide izlemesi en keyifli anları yaratıyor. Çünkü kadınların süslü püslü ve fazlaca boyalı olduğu seksenlerin dünyasında Cameron gibi aykırı bir karakteri, kurumsal dünyanın duvarları arasına hapsetmek başlı başına bir çatışmayı doğuruyor. Yine de Cameron’ın hikayesinin asıl çatışması; karakterin, kendi dönemiyle yaşadığı sorunlar değil tabi! Asıl hikaye; Joe’nun Cameron’ı sürüklediği gelecek ve ona yaptırdığı tercihlerle ilgili.

Cameron’un dizinin henüz ilk bölümünde, Joe’nun sunduğu bir fırsatla (!) okulu bırakmak zorunda kalması, onun da – tıpkı Gordon’a olacağı gibi – Joe’nun yarattığı ‘yıkım’ dalgasının içinde ileride nasıl boğulacağının önemli bir işareti. Cameron’ın Joe’ya karşı cinsel anlamda da bir ‘şeyler’ hissediyor oluşunu, kendince bir silah olarak kullanan Joe’nun, sadece zekasından yararlanmak için Cameron’ın hayatını allak bullak edeceği aşikar. Cameron, her ne kadar üzerine ‘Saygon’ yazılı o ‘Vietnam Savaşı’ kıyafetlerini geçiriyor ve bir askermişcesine sert duruyor olsa da kendisinin de bir beyaz yaka savaşının içine düştüğünün pek de farkında değil aslında. Sonuçta bu savaşta hayatta kalmayı başarsa da onun için eve dönmek ve kaldığı yerden devam etmek kolay olmayacak. Tıpkı Vietnam’dan dönenler gibi…

Halt and Catch Fire’ın henüz sadece üç bölümü yayınlansa da dizinin karakterleri için mutlu bir gelecek inşa etmediği kesin. Fakat, sadece karakterlerin yokuş aşağı yuvarlanması değil burada amaçlanan. Karakterleri bekleyen hayal kırıklıklarını kullanarak aslında 80 sonrası dünya düzeniyle de ilgili söylemek istedikleri bir şeyler var dizinin yaratıcılarının. Dizinin sezon finalinin isminin şimdiden ‘1984’ olarak belirlenmiş olması da bu sebepten belki!

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 18:34:15