A password will be e-mailed to you.

Çalışmalarında genellikle tüketilmiş doğa ya da işlevini yitirmiş üretim alanlarını ele alarak, insanın doğayla olan ilişkisini sorgulayan, yağlı boya, fotoğraf, foto-kolaj, mermer rölyef gibi tekniklerle zengin bir üretim pratiğine sahip başarılı sanatçı Burcu Perçin ile çalışmaları, projeleri ve özellikle küresel salgın “Covid-19” odağında bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Öncelikle salgınla başlamak istiyorum. Küresel salgın nedeniyle kaosun egemen olduğu bu zamanda, izleyicinin sanatçının sesini duymaya ve imgelerle buluşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı var belki. Siz bir sanatçı olarak, gerilim dolu gündemi nasıl yorumluyorsunuz?

Şu an tüm dünya için belirsiz bir durum var ve her şey sağlıkta kilitlendi. Bu salgının tedavisinin ya da kontrol altına alınmasının ne kadar zaman alacağını bilimsel verilerle bile bir tahmin yürütülemiyor. Bu noktada hepimizin ilk hedefi gereğini yaparak sağlıklı bir şekilde hayatta kalmaya çalışmak. Bu sadece fiziksel değil, ruhen sağlıklı pozitif ve yapıcı olmamız da çok önemli. Hem kendimiz, bağışıklık sistemimiz, hem de çevremiz için. Sanatçılar imkanları el verdiğince üretime devam edecektir. İnsanlar belki iş hayatlarında uykuda olan yaratıcılıklarını ortaya çıkartacaklar. Teknoloji daha çok hayatımızda yer alacak, edebiyat, sanat ve bilim bu süreçte ön plana çıkacak diye düşünüyorum.

 

Pandeminin sanat pratiğinize etkileri ne olacak, bir öngörünüz var mı?

Bu birkaç haftada elbette üretimim yavaşladı, odaklanamadım. Önce sağlığımı korumak için yapmam gerekenleri; evde, atölyede sistemli bir şekilde oturtmaya çalıştım. Hijyen önlemleri, temizlik, evde sağlıklı yemekler yapmak vs. bunlar oldukça vakit alan işler, hele üzerine ekstra titrediğinizde. Bu karantina sürecinin aylarca sürebileceğini varsayarsak bunları da bir şekilde dengeye getirip, pratikleştirip, çalışmaya üretmeye devam edeceğiz.

Sanatçıların birçoğu belli dönemler inzivaya çekilerek, belki çok az insanla iletişimde kalarak, neredeyse sosyal hayatını durdurur ve sadece üretir. İşimiz gereği yalnız vakit geçirmeye alışığız. Bu anlamda büyük bir kesim sanatçının karantina sürecini daha rahat yönetebileceğine inanıyorum. Birçoğumuzun atölyesi eviyle çok yakın veya bir arada. Örneğin benim atölyemle evim arasında iki bina var. Dolayısıyla şu an için atölyeme gidebiliyorum ve bu bir şans. Ekonomik kaygılar ise bu belirsizlik içinde hepimizi düşündürüyor. Devletin hiçbir ekonomik destek paketi açıklamasını duyamadık. Öte yandan bazı malzemeler, her şey artık elimizin altında olmayabilir, bu üretim şeklimizi kısıtlayabilir, ya da yeni üretim yollarını bize açabilir, bizi değiştirebilir… Değişim demişken şu an aslında en çok ihtiyacımız olan şey. Dünyada hep aynı standart devam eden bir şeyler var ve şimdi değişmesi gerekiyor diye bağırıyor bize… Bu noktada hepimiz kendimize dönüp hayatımızda neleri değiştirebiliriz, neleri farklı yapabiliriz diye bakabiliriz… Bunu herkesin kendi evini süpürmesi olarak düşünebiliriz.

“Mağaradayız, bir çıkacağız ki hayat mis gibi…”

Küresel salgın, “insanın doğayla arasındaki derin bağı yeniden yapılandırmasına” imkân tanıyacak mı? Sizce buradan, insanın doğaya yapıp etmeleri üzerine bir yüzleşme gerçekleşir mi?

Bunu şöyle düşünüp hayal edebiliriz, şimdi sanki bir mağaradayız, bir çıkacağız ki hayat mis gibi, hava, denizler temizlenmiş, her yerde çiçekler açmış, yeşillenmiş… Gerçekten bu kısa sürede şimdiden izlemeye başladık, Venedik kanalları temizlenmiş, içinde balıklar yüzüyor, Çin’de en yoğun hava kirliliği olan yerler bile normal değerlere düşmüş. İnsanlar doğadan elini çektiğinde, doğa kendini yeniliyor, adeta tüm ihtişamıyla coşuyor… Bunları insanların konuşmaya, farkına varmaya başlaması bile çok güzel. Ama mağaradan çıkabilmemiz için daha büyük bir uyanışa ihtiyacımız var sanki. Doğaya dolayısıyla kendimize verdiğimiz zararların sonlanabilmesi ve dünyada gerçek bir değişimin başlaması için hepimiz önce kendi içimize dönüp, kendi hayatlarımızla yüzleşebiliriz ve bu süreci bunun için bir fırsat olarak görüp yapıcı bakmaya çalışabiliriz…

 

Çalışmalarınız daha çok tersane, depo, fabrika gibi terk edilmiş iç ve dış mekanların görüntülerini konu ediniyor. Mekân üzerinden bir sorgulama yaptığınız söylenebilir mi? 

Çalışmalarımda sosyal ve çevresel konulara odaklı hareket ediyorum. Etkilenen çevreyi merkeze aldığım için, işlerim çoğunlukla mekanlar üzerinden şekillendi. Bir dönem boş, terk edilmiş, devasa sanayi tesislerini ele aldım. Bu dinamik endüstriyel yapıların, ıssız ve tahrip edilmiş oluşu beni kendine çekti. Çünkü o dönem küreselleşmenin endüstriyel düzen üzerinde yarattığı işsizlik, yokluk ve çevre sorunlarını sorgulamak istedim. Kimsenin umursamadığı, gözden çıkardığı bu yerlere sahip çıkma ve oraları ölümsüzleştirme arzusu duydum. Aynı zamanda bu, bireyin mekân içinde kilitli kaldığı, yalnızlaştığı alanları da hatırlatıyordu. Bu seriyi farklı bakış açılarıyla ele aldıktan sonra, tahrip edilen doğaya yöneldim… Kazılan dağlar, mermer ocakları, işlerimin başlıca imgesini oluşturdu. Sergiye “Dağların Sahibi Yoktur” başlığını verdim. İnsan müdahaleleri sonucunda coğrafyanın değişmesi, dağların küresel sermayenin hizmetinde bir rant aracına dönüşmesine işaret ettim.

Daha sonra ise şehrin içindeki sentetik doğa manzaralarına odaklandım. Doğaya ağır tahribatlar verip sonra -tuhaf ama- yapay doğalar inşa ediyoruz. 2017 yılında açtığım “Yeşili Doldurmak” sergisi de aslında bu yarattığımız çevrenin, bu yeni doğa anlayışının bizi ne kadar güvende tuttuğunu sorguluyordu…

Şimdi, şu an oluşturduğum seride ise tüm bunların geçmişine, antik dünyaya, mermerlerin tarihine odaklanıyorum. İnsanoğlu geçmişte doğa üzerine birçok yapı inşa etti, şimdi de ediyor ve kalan zaman varsa etmeyi sürdürecek. Antik dünya bu anlamda beni kendine daha çok çekti ve merakımın giderek arttığı bir sürecin içinde buldum kendimi. Bu anlamda çok zengin bir coğrafyadayız. Her zerresinden arkeolojik kalıntılar fışkırıyor. İşlerim de bu kültürel-tarihsel-sanatsal-zenginliği temel alarak, kendi dünyamla insanın doğa üstündeki eski yeni inşa formlarını buluşturuyorum.

Tüm bunların yanı sıra benim için biçim ve içeriğin birbirini beslemesi çok önemli. Seçtiğim konular, mekanlar, beni resimsel olarak da konuya bağladığında bir seri oluşabiliyor. Örneğin mermer ocaklarını farklı şekillerde farklı malzemelerle dönüştürerek ele almam oradaki görselliğin benim teknik arayışlarıma referans verdiğini gösteriyor.

 

Çalışmalarınızı fikir olarak belirledikten sonra gerçekliğe dönüşme süreci nasıl gelişiyor? 

Öncelikle seçtiğim konuyla ilgili bir fotoğraf arşivi oluşturuyorum. Bunun için seyahatler yapıyorum. Belli aralıklarla buna ihtiyaç duyuyorum. Tamamen fotoğraf çekimine odaklandığım bu seyahatler beni oldukça besliyor, konuyla ilgili bilgim artıyor. En önemlisi görsel bir şölen yaşıyorum ve yapmak istediğim kompozisyonların zihnimde oluşmasına yardımcı oluyor. Sahada olmak heyecan verici. Bu anlamda üretim sürecim çekim aşamasında başlıyor.

Daha sonra oluşturduğum arşiv üzerinden atölyede yapacağım işlerin eskizlerini kurguluyorum. Ve yapmak istediğim tekniğe göre uyguluyorum. Elbette okuduğum kitaplar, belgeseller ya da hayatın içindeki herhangi bir şey yaratım sürecine dahil oluyor…

Burcu Perçin, Bir Arada, 2019

Yaptığınız bu eskizleri foto-kolaj olarak mı değerlendiriyorsunuz? Yağlıboya tuvaller dışında foto-kolajlar, fotoğraf üzerine yağlı boya ve mermer rölyefler gibi farklı disiplinlerden hareketle yaptığınız çalışmalarınız mevcut. Bu çeşitliliği nasıl yorumluyorsunuz?

Elimle fotoğrafları kesip yapıştırarak yaptığım kolajları foto-kolaj olarak adlandırdım, hatta bu başlık altında 2009’da bir sergi yaptım. Son yıllarda bilgisayarda yaptıklarımı dijital print adı altında değerlendiriyorum. Fotoğraf üzerinde yağlı boya işleri ilk 2011 yılında üretmeye başladım ve bunlara sergilerimde hep yer verdim. Mermer rölyefler ise mermer ocaklarıyla kurduğum ilişkiyle ilgili gelişti. Maddeyi malzemeyi özümsemek beni başka bir yolculuğa çıkardı. Doğal taşları mermerleri kendi resimsel üslubumdan feyz alarak kesiyorum ve bir nevi kolaj yaparak bir araya getiriyorum.

Bu çeşitlilik farklı disiplinlerle hareket etmek bence güncel sanatın bize sunduğu ve bizi besleyen, özgür hissettiren bir şey. Bir zorunluluk mu? Tabii ki hayır. Sadece resim, sadece heykel, sadece video sanat yapmayı da seçebiliriz… Bence önemli olan bu çeşitliliğe doğal bir şekilde yönelmek, bir ihtiyaç üzerinden doğması… Benim için hep bu şekilde gelişti…

 

“Doğayı hasta ettik, bedelini virüsle ödüyoruz”

Burcu Perçin, Yeşil Olmak

“Yeşili Doldurmak” isimli serginizde ürettiğiniz işlerde yapay doğa ile gerçek doğa arasında açılan uçuruma dikkat çekiyorsunuz. Modern öznenin doğa ile ilişkisindeki bozulmayı nasıl açıklıyorsunuz?

Doğadan koptuk. Yaban hayat üzerine inşa edilen şehirler içinde yarattığımız küçük yapay doğa manzaralarına bakarak yetinmeye çalışıyoruz…Her gün karşımıza çıkan otoyol kenarlarındaki duvar bahçeleri, elektrik direklerinin üstündeki saksı çiçekler bunun en uç örnekleri sanırım. Yeşili sadece bir dolgu malzemesi olarak görmeye başladık. Kalan boşlukları doldurmak için…

Aslında hepimiz bir noktada doğadan tamamen izole yaşayamayacağımız gerçeğini biliyoruz. Kendimizi doğanın içinde huzurlu ve güvende hissediyoruz. Modern bireyin bunu daha güçlü bir şekilde hatırlamasına ihtiyacı var. Çünkü doğayı hasta ettik ve şimdi bedellerini virüslerle ödüyoruz…

Doğayla yani yaşamla aramızdaki derin evrensel bağı yeniden yapılandırmamız şart oldu. Bunun için çabalayan aktivist insanlar, sanatı kullanarak farkındalık yaratan sanatçılar her zaman oldu. Artık daha büyük kitlelerin bu bakış açısıyla hareket etmesi gerekiyor. Kendimize ve varlığımızı sürdürebileceğimiz tek gezegene bir saygı olarak buna hemen şimdi başlamalıyız.

 

Zihnin Uyanışı”, “Bir Arada” adlı soyut çalışmalarınız var, genel tarzınızın dışında, başka bir gerçekliğe işaret ediyor…

Resim dilimin içinde her zaman soyut bir etki vardır. Bunu resimlerime yakın plandan bakıldığında hissederiz, uzaklaştıkça ise gerçekçi ögelerin, mekanların yer aldığı, ideolojik boyutun öne çıktığı bir görsellikle karşılaşırız. Bu bahsettiğiniz işleri de aslında mermer ocaklarında gördüğüm mermer yüzeylerinde ortaya çıkan izleri, renkleri, dokuları inceleyerek oluşturdum. Bu mikro düzey görüntüler üzerinden yorumladığım soyut işler beni gerçekten farklı bir alana, farklı bir bakış açısına götürüyor. O yüzden devam etmek istiyorum, yeni serimde de yer vereceğim.

“İki saat sadece palette renk hazırlarım”

Yeni serinize ait “Durdukça Güzelleşti”, “Saklı Yer” gibi çalışmalarınızda tonlamalar ve kullandığınız renk yelpazesi daha zengin ve farklı. Renkler çok iyi. Bunda etkili olan nedir?

Teşekkür ederim. Yağlıboya iyi kullanmayı bilenlere müthiş bir renk yelpazesi sağlar. Ben de rengi iyi kullanan bir sanatçı olduğumu düşünüyorum. Boyamaya başlamadan önce bir buçuk, iki saat sadece palette renk hazırlarım. Nereye hangi renklerin tonların geleceğini aşağı yukarı bilirim ama renkler tuval üzerinde bir araya geldiğinde onların bana sunduklarını da devreye sokarım ve yelpaze giderek daha da genişler. Bu son resimlerde belki bu yoğunluğu arttırdım ve akışa kendimi daha çok teslim ettim, o yüzden size daha güçlü gelmiş olabilir.

 

“Ortak Manzarada Buluşma” başlıklı küratörlük deneyiminiz de bulunuyor…

Sanatçı seçkileriyle oluşan sergilere daha az rastlanıyor. Belli bir galeri sanat kurumu ya da küratör seçkisinin dışında var olan ve başka dinamiklerle hareket eden bir sergi modeli bu. Şüphesiz sanatçılar arasında iletişimin başka türlü bir yansımasını gösteriyor.

Benim için gerçekten çok önemli, belki de ilk oluşundan dolayı çok heyecanlandığım farklı bir deneyimdi. Bu sergide kendim dahil on iki sanatçıdan sorumluydum ve her şeyi organize etmek için bir ay zamanım vardı. Davet ettiğim sanatçılar, işlerini yıllardır takip ettiğim, sevdiğim, üretim süreçlerine tanık olduğum ve birlikte yürümek istediğim isimlerdi. Bu benim heyecanımı daha da arttırdı. Çünkü birlikte hareket etmek bir anlamda benim için kendini yeniden var etme biçimi. Birbirinin değerini yukarı çıkartan bu var oluş şekli, bir arada olmanın gücünü temsil ediyor benim için aynı zamanda.

Sergiyi oluşturma aşamasında sanatçıların eserlerini hem mekânın yapısına göre seçip yerleştirdim hem de birbirleriyle olan içerik ve biçimsel ilişkisi üzerinde uzun süre beyin fırtınası yaptığımı hatırlıyorum. Bu da bir sanatçıyı oldukça besleyen, sergi oluşturma bilincini geliştiren bir deneyim kesinlikle.

 

Bu sene için bir sergi planınız var mı? Yeni serinizde, antik dünyayla ilgili işlerinizi bir arada görme şansımız ne zaman olacak?

Evet, bir süredir 11. kişisel sergim için yoğun bir çalışma temposu içindeyim, “Hayalimdeki Başyapıt’’ adını verdiğim bu yeni seri ve açacağım sergimin normal şartlar altında 2020 sonbahar sezonunda izleyiciyle buluşmasını planlıyordum fakat şu günlerde hepimizin odağı küresel salgınla ilgili yapabileceklerimize yöneldi. O yüzden, üretime devam edilebilsek bile sergiler sosyal mesafeyi korumak amacıyla askıya alınacaktır.

 

İLGİLİ HABERLER

Karantina röportajları: Devrim Yakut

“Doğa sadece doğanın kurallarına uyularak kontrol altına alınabilir”

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 01:04:02