A password will be e-mailed to you.

Daire sanatın kurucusu Selin Söl, geçtiğimiz günlerde yaşadığı saldırının şokunu henüz üzerinden atabilmiş değil. sanatatak.com’a özel olarak yazdığı bu mektup yazı bu saldırı sırasında hissettiklerinin yanısıra bir mikro Türkiye olarak "Tophane’de ne yaşanıyor ve yaşatılıyor"a ilginç yanıtlar içeriyor.

 

Yok, “politically correct” (belli grupları rencide etmemeye özen gösteren uslup veya davranış) olamayacağım. O olasılık, galerinin önüne biriken kalabalık “ya bizim değerlerimize uyarsınız, ya da buradan defolup gidersiniz” diye bağırdığı an, kalbimin penceresinden uçup gitti. Dört buçuk senedir haftanın beş hatta altı günü bu mahallede çalışan, yandaki esnaf lokantasında yiyip içen, karşıdaki simitçiden açılışlar için simit alan, bakkalından, kırtasiyecisinden, elektrikçisinden, sucusundan, marangozundan, telefoncusundan alışveriş eden; konu komşuya selam sabah edip, caminin imamıyla selamlaşan “ben”in, bu bir grup mahalleli için hala “öteki” durumunda olduğunu kavramam için bu tehdit gerekliymiş meğerse…

 

Oysa ki, Mixer’e geçen sene yapılan saldırıdan sonra umutla hala “dışarıda içki içilmesinden madem bazıları rahatsız, biz de açılışlarda içkiyle dışarıya çıkarttırmayız davetlilerimizi, mahallenin hassasiyetlerine duyarlılık gösterince onlar da bize anlayış ve hoşgörü göstereceklerdir” diye düşünüyordum.

 

Meğer davetlileri içkiyle dışarı çıkarttırmamak, bana biçtikleri ahlak polisliğinin ilk adımıymış.

 

Olaydan sonra bazı mahalle sakinleriyle yaptığım görüşmelerde de çok açık ve net ifade edilen şuydu: davetlilerinizi uyaracaksınız, uygunsuz davranışlarda (kız arkadaşını yanağından öpmenin mahalle için uygunsuz davranış sayıldığını 21 Şubat gecesi öğrenmiş olduk) bulunurlarsa ikaz edeceksiniz… Ben; mekan sahibi olarak, davetlilerimin tüm davranışlarından sorumlu olup, bir de onların uygunsuz davranmamalarını sağlayacağım.

 

Kusura bakmayın ama başkalarının kişisel özgürlüklerine karışmak; bu da “bizim kültürümüzde yok”…

 

O gece aldığım en büyük darbe, cumhurbaşkanının olaydan bir iki gün önce Özgecan cinayetinden sonra danslı protesto gösterisini kast ederek kullandığı “bu bizim kültürümüzde yok” cümlesini mahalle baskısını meşrulaştırma çabasıyla kavga çıkaran şahsın ağzından duymamdı. O cümleyi duyduğum an karşılık vermeye, diyalog kurmaya, açıklamaya çalışmaktan vazgeçtim.

 

Biriken kalabalık arasında çok yalnız ve güçsüz olduğumuzu fark ettim aniden. Yanımdakilerin de karşılık vermelerini önlemeye çalışarak davetlileri içeri soktum. Dışarda biriken kalabalığın içeri zorla girmeyeceklerini umuyor ama kapının önünden ayrılmalarını da sağlayamıyordum.

 

“Yeşil montlu çocuğu verin, çıkıp özür dilesin” haykırışları hala kulaklarımda.

 

Çağrılan polisin yarım saat sonra gelmesi de bu yüzden aslında sürpriz olmadı. Polisin “kendi aranızda halledin, biz karışmayız mahalle kavgasına” tavrı çok aşikardı.

 

Ötekileştirildiğimiz bu güncel siyaset ortamında herkesi çok ama çok dikkatli davranmaya çağırıyorum. Havadan nem kapıp kavga çıkararak, sindirme ve örselenme dönemine giriyoruz.

 

Biz “öteki” ler için Hobbes’un state of nature’ı (insanlığın kanun, nizam ve devletten önce bulunduğu doğada varoluş hali) geçerli. Artık bunu metanetle kabul edelim, ve kendi başımızın çaresine bakalım. Devletten, hak ve hukuktan, polisten, iktidardakilerden bazılarının sağduyusunda medet ummayalım.

 

Kavgadan sonra “aman abi, işi büyütmeyelim” diye arabuluculuk yapmaya çalışan sanatçı arkadaşın, bu çabası üzerine tokat yiyip, sırf daha fazla olayı alevlendirmemek için bunu vakurla sineye çekmesi ve orayı terk etmesi büyük metanet ve özveri göstergesidir. Bunu bilerek ama asla düş kırıklığına uğramadan, atalete yenilmeden, direneceksek siyasileşerek direnelim.

 

Bakın seçimler yaklaşıyor, kaçımız kim için, ne için, ne yapıyoruz? Amacına inandığımız siyasi partilere, milletvekili adaylarına, sivil toplum kuruluşlarına destek verelim. Çünkü artık geldiğimiz bu noktada birileri “davranışlarınızı beğenmiyoruz, ya kurallarımıza uyun, ya da bu mekandan çıkamazsınız” diye tehdit ettiğinde, ne tanıdık esnaf yardımınıza koşuyor, ne polis zamanında geliyor, ne tutanak tutuluyor, ne de siz durumu şikayet edebiliyorsunuz kimseye.

 

“Ben”liğimin, başkalarının değer yargılarının üstünlüğü adına sindirildiğini hissettiğim bir çevrede, hele hele 14-15 yaşında, bıyıkları henüz yeni terlemiş gencin bana “ sen kadınsın, konuşma” diye haykırmasına müsamaha gösterilen bir yerde, kalmam. Bu onları kazanmış mı adleder? İnsanlık namına? Allah katında? Hiç zannetmiyorum…

 

Son söz: Allah zalimin zulmünden korusun, bu ötekileştirme oyununa gelenlerin aklına hikmet, kalbine hoşgörü, bizlere de sabır ve dirayet versin.

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 14:48:05