A password will be e-mailed to you.

Geçtiğimiz günlerde sona eren 5. Mardin Bienali sanatçılarından Fatoş Irwen’in yapmış olduğu ‘Güvenlik Ağı’ ve ‘Gülleler’ yerleştirmesi; üzerine en çok düşünülen, konuşulan ve sahiplenilen işlerden biri oldu. Çünkü saçlardan örülerek yapılmış eserler, yaşamak ve direnmek için sürekli yeni nedenlerin olduğunu fısıldadı izleyiciye. Öncelikle kendi başına topladığı saçlara sonrasında ceza evindeki kadın arkadaşlarının da saçları eşlik edince umudu büyüttü. Bu umudun yayılmasına sebep olan saçlar, Irwen’e göre yaşamın tüm kodlarını içinde barındıran bir canlının ta kendisidir. Bu asla malzeme değil! Sanatçının saçlarla kurduğu bu ilişki, hem geçmiş hem de gelecek üzerinden olaylara bakış atmamızı sağlıyor. Bu eser üzerinden Fatoş Irwen’le Çimenin Vaadi’ni, sanatçının vaadlerini ve politik sanat imkanlarını konuştuk.

 

Sinem Pehlivan: Fatoş merhaba. Son zamanlarda yoğun bir programın içinde olduğunu biliyorum ve öncelikle zaman ayırdığın için teşekkürler. 5. Mardin Bienali ‘Çimenin Vaadi’ bugünün gerçeklerine ama söylenmesine korkulan gerçeklere odaklanmış durumda. Senin de işlerin bugünkü Türkiye’nin gerçeklerini net olarak önümüze seriyor. Sen bir bienal
sanatçısı olarak, bienalin içeriği ve gerçekleştiği coğrafya ile nasıl bir ilişki kurdun? Ne
alıp verdiniz birbirinize?

Fatoş İrwen: Merhaba Sinem. ‘Çimenin Vaadi’ sadece Bienale katılan bir sanatçı olarak değil de bir izleyici olarak da uzun zamandan sonra beni heyecanlandıran bir hareketlilik getirdi. Bu hareketlilik politik söylemiyle, içeriğiyle, bienalde genel olarak yer alan eserlerin niteliğiyle sözünü söyleyenlerin bir aradalığını yoğun hissettiren bir bienal oldu. Mardin’e Bienal araştırma programı için ilk gittiğimde oranın turistik yapısı, turizmle gelen bir takım değişiklikleri müthiş derecede beni rahatsız ettiği için oldukça eleştirel bir yaklaşım tarzıyla oradaki her şeyle ilişkilendiğimi hatırlıyorum her an.
O toprakların insanı olarak bu değişimle gelen belli bir apolitik sessizliğe dair rahatsızlıklarım hala devam ederken, bir taraftan da ‘bir gün Sur’un akıbetini yaşayacak mı?’ tedirginliğiyle bir inci tanesi gibi korumak ve kavramak istediğim, o turistik atlarından ona takılan süslerini sökmek istediğim, oranın yerli kadınlarının turistlerden daha çok gece gündüz sokaklarında zaman geçirdiklerini hayal ettiğim bu kentle kurduğum karışık hislerin içinde zaman geçirdim. Bu minvalde bienal sürecinde Mardin’li sanatçıların, sanatçı adaylarının atölyelerini deliler gibi ziyaret edip, defalarca sergilerini izleyip her biriyle sohbet etmek için özenle zaman ayırmak istiyordum, zira bunu gerçekleştirdiğim için çok mutluyum.
Özellikle Mardin’de yaşayan, üreten kadın sanatçılarla toplantılar düzenledik. Pek çok meseleyi konuştuk, tartıştık, birbirimizi gönül açıklığıyla dinledik, paylaştık, kucaklaştık ve bu devam edecek. Bienal vesilesiyle bu yoğun programı gerçekleştirme şansım oldu. Tüm bienal ekibine sonsuz teşekkür ediyorum. Çünkü bu konuda son derece destek oldular. Tüm bu pratikler, kişisel olarak tam da ‘Çimenin Vaadi’nin politik iddiasına denk düşen ve benim için etik politik açıdan gerçekleşmesi mümkün olan pratiklerin önümüzde zaten var olan bir alanın dışında olmadığını tekrar gösteriyor. Bu alan hep var, ama kapitalist modern sistem bu enerjimizi öyle bir emerek manipüle ediyor ki bahanelerimiz çığ gibi büyüyor ve nihayet bu çığın üstümüze devrilmesiyle son buluyor ve koca bir enkaza dönüşüyoruz. ‘Çimenin Vaadi’ tüm bunları bir daha yeniden değerlendirmek için, tartışmak, paylaşmak için bir alan açtı ve tabi bu alanı nasıl kullanıp değerlendireceğiniz size kalmış. Doyurucuydu benim için.

Fatoş İrwen

 Eserinde malzeme olarak kullandığın saç, aslında dayanıklılığı yüksek bir
malzeme olarak bilinir ve sanki kadınlara armağan edilmiş dayanıklılık sembolü
gibi. Bu yönden sen bu malzemeyi nasıl okuyorsun?

Benim için yaşamın tüm kodlarını kendinde barındıran canlı. Ve bu fikirle ilişkiye geçiyorum saçlarla. “Malzeme” değil yani. Buna itirazım hep oldu. Daha açarsam eğer; hayata çileci bakmıyorum, dolayısıyla benim saçlarla kurduğum ilişki de yaşama, dirence, direnmeye dair politik yükü taşıyor. Bu yükü eskiden tek başıma üstlenmişken Cezaevinde ve dışında başka kadınlarla paylaştım yıllarca. Bu sebeple dayanıklılık, kırılgan olmayan ilişkiler, sınırsız ve fütursuzca sistemi delen deşen ne varsa etik, politik onu taşıyor bünyesinde ve tabii esere dönüşmesiyle daha güçlü gerçekleşiyor bu. Çürümeye en dayanıklı yanımız, feodaliteyle, gelenekle, iktidarlar tarafından sürekli müdahaleye açık hassasiyetlerle kırılganlığın en zirve temsili haline gelmiş saçlar karşı bir direnç kaynağı, gücünü geri kazanan tarafta yer alıyor. Bu metafor olmanın ötesine geçiyor benim için. Yaşayan, eyleyen kendi oluşunu gösteren bir eser. O bir gülle oldu mesela ve artık yok edilse ne olur!

 

 ‘Çimenin Vaadi’ insanların kafasında bir soru canlandırıyor, yeni bir düzen
ihtimali? Sence de yeni bir düzen mümkün mü?

Bu ihtimal daima var. Marazi bir umut beslemekten bahsetmiyorum, gerçekçi ama yaşam yüklü bir direniş hallerine gidiyor kafam. ‘Çimenin Vaadi’ politik söylemi güçlü işler barındırıyor. Çatlaklar yaratan ve bu çatlaklardan sızan potansiyeli hatırlatıyor. Unuttuklarımızın hatırlanması meselesi aslında. Bienaldeki eserler; gerek sanatçıların işlere yansıyan politik tavrı, gerek taşıdığı gerçekliğin şiirselliğiyle farklı bir bakışla yeniden hatırlatma meselesi olarak ele almama ve bakmama sebep oldu. Çünkü insanın, doğanın, yaşamın genel olarak sahip olduğu potansiyelin, farkında olduğundan daha fazlası olduğuna inanıyorum. Yaşam ve yaşamın bütünündeki her şey için söyleyebilirim bunu.

Güvenlik Ağı, 5. Mardin Bienali, Fotoğraf: Hamza Kırbaş

Kendini üstün gören insan ırkı doğadaki diğer formlardan öğrenecek bir şeyleri
olduğunu unuttu sanki. Farklı formlar bir arada sorunsuzca yaşayabiliyorken
insanlar aynısını yapamıyor. Bunun ataerkil bir eko-sistem yapısıyla ilgisi olduğunu
ya da feminist bir eko-sistem mümkün olduğunda nelerin değişebileceği konusunda
fikirlerin neler?

İnsan merkezli bakış açısının, eril bakış açısının ve sisteminin sonuçları bunlar. Kibrinin, hırslarının ve egosunun kurbanı, bu sistemin ortağı ve işbirlikçisi. Yok ola ola bunu öğreniyor maalesef. Fakat eninde sonunda bu ortaklık bozulacak ve kendi küstahlığıyla yüzleşmek zorunda kalacak. Feminist bir perspektif tam da bu yüzden kaçınılmaz derecede şart! Bunu hala kabullenmeyen insanlar, daha acı deneyimlere gebe. Ve maalesef ekoloji meselesi, romantik söylemlerin dışına ya da herhangi bir projenin konusu olmanın ötesine geçemiyor hâlâ. Erkek egemen eril sistem, ekoloji meselesini bankaların duvarında ‘yeşili koruyalım’ mesajıyla ağaç tablolu dekorasyona indirgeyerek ele alıyor ve böyle vicdanını temizliyor, sanat dünyasında da aynı sığlık var ve hepsi görevine devam eden görev insanı.
Ekolojinin, türler arası birlikte yaşam iddiaları ancak ve ancak feminist radikal eko sistemin ürettiği politikalarla, yaşam örgütlenmeleriyle mümkün olabilir. Çünkü hırsla değil, gerçekçi çözümler üretebilecek kapasiteyi, dişil üretici gücün potansiyelinden faydalanacak yapılanmalar şeklinde hayal ediyor ve bu radikal çıkışların, yaşamsal akış içinde yerini alması ve politik zemininin daha hissedilir boyutta her alanda yerleşmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyaç aynı zamanda dünyanın aciliyet gerektiren meseleleri için çok hayati öneme sahip. Doğa kıyımı, cinayetler, savaşlar, çığırından çıkmış ekonomi, politika, gasp edilmiş tarih, bilim vs… Gariptir ki, bunun farkında olanlar da en çok iktidar yapıları. Zira feminizme, yeşile, doğaya düşman politikalarla ve bu yönde oluşturduğu hukuk sistemiyle, inşa ettiği yapılarla, her tarafından şiddet fışkıran söylem ve pratikleri göze soka soka yürüttükleri siyasetle izliyoruz ki feminizmden ve bir feminist eko sistem ihtimalinden bile çekiniyor ve aşırı yöntemlerle ipleri elinde tutmayı başaracağını sanacak kadar beyhude çaba gösteriyor.

 

Bienalin işaret ettiği ‘Küresel Mülksüzleşme’ kavramı içerisinde coğrafya ile kültürel bağların ötesinde bir bağ kurmak mümkün mü?

Bienal’de sergilenen işlere odaklanarak bu soruların yanıtlarını görebiliriz diye düşünüyorum. Eserlere baktığımızda genelinde coğrafya vurgusu dikkat çekiyor. Yerelden, yerinden hareketlenmeler deyim yerindeyse deprem etkisiyle birbirini izliyor ve yan yanalıkla bütünü oluşturuyor. “Küresellik” kavramsal ve pratik olarak problemli bir kavram. Dünyanın hiç de popüler sayılmayacak ülkelerinden ve sanatçılarından sömürgeciliği dibine kadar yaşayan, göç meselesini sert ironiyle harmanlayan, yer yer sürreal dozu yüksek, uzun soluklu ve gerçekten derdi olan işlerle karşılaşıyorsunuz. Mardin Küratörü Adwait’in sergi mekanlarında işleri yerleştirme tarzına baktığımızda da bu bahsettiğin bağı görmek mümkün ve duygusu çok yoğun. Örneğin; benim işim Tibet, Kazakistan, Nepal’den sanatçılarla paylaştı mekanı. Bu rastgele bir tercih değil. İşlerin içeriği ile farklı coğrafya ve eserlerin birbiriyle geçtiği ilişkiyi ve bu ilişkinin izleyene de geçmesini sağlayan bilinçli bir birliktelik oldu. Tam da kültürel bağların ötesinde, küresel politik krizlerden çıkmayı başaran işlerin bir araya gelmesi şeklinde bir ilişki biçimi.

 

Sergilemiş olduğun bu iş ve diğer işlerinde hissettiğim bir şeyi sormak istiyorum.
Bedenin sanki bir savaş/mücadele alanıymış ve bize işaretlerini, çağrılarını,
beyanlarını oradan veriyor gibisin. Sanatın veya hayatın içinde de beden(in) gezip
tozabileceğin ve hatta yaşama ilişkin taleplerini dile getirebileceğin bir alan mı?

Kişisel sergilerimde ve pek çok röportajda daha evvel de bedene dair pek çok soruyla karşılaştım. Bu sorular tekrar ve yeniden ele almama sebep oluyor beden meselesini. Çünkü her seferde farklı bir tecrübeyle, farklı zaman ve karşılaşmalarla, farklı bir performatiflikle anlam boyutu derinlik kazanıyor. Ben kendi tecrübelerim doğrultusunda beden konusunu ele alıyorum ve işliyorum. Yaşamadığım, tecrübe etmediğim şeyi işime dahil etmiyorum tavır olarak. Çünkü kişisel gerçekliğim üzerinden ele alıp yoğurunca ve bu izleyiciyle buluştuğunda, izleyenle de çok sahici bir karşılaşma anı yaratıyor ve sanat izleyicisi bunu çok güzel alımlıyor. Dediğim gibi bu bir tavır meselesi tabii.
Beden benim için bir mücadele alanına ait ilk mekan, talepler alanı, yaptırımlar alanı. İktidar mekanizmaları için de bu böyle. O nedenle tüm yaptırımlar, bedene dönük bir mesele olarak somutlaşıyor. Bu bir işkence yöntemiyle yapılmaz her zaman. Beden, bir emirler ve yasaklar sisteminin içinde merkezine çekilerek denetleniyor. İktidarların tüm ekonomi politikaları, eko- politikaları, hukuki politikaları beden tahakkümlerine dönük en kabasından en ince detaylarına kadar düşünülerek tanımlanır, geliştirilir, estetize edilir yer yer. Uhreviyatta da, tasavvufta da bedenle ilişki son derece önemlidir. Bunlar beni ilgilendiriyor. Muhafazakar bir ortamda yetiştiğim için tüm bu detayları izleyerek, bedene dönük yaptırımları her detayına kadar yaşadığımızdan benim için beden meselesi hayati, ideolojik, feminist perspektifle ele aldığım, politik bir meseledir. Daha önce de belirttiğim gibi, beden evet bir savaş alanıdır, bir coğrafyadır ama aynı zamanda direniş alanıdır.

 

Peki, sen 5. Mardin Bienalini sanatçı gözüyle nasıl değerlendirirsin?

Yukarıda da yer yer belirttim aslında ama açmak isterim tabi; Mardin gibi bir yerde Bienal yapmak çok riskli bence, çünkü kent başlı başına sanat eseri, açık hava müzesi. Kullanılan mekanlar keza öyle. Bienal için gidenler ilk mekanla karşılaşıyor ve bu noktada eserlerden çok mekanın kendisiyle ilgilenebiliyor. Bu çok doğal, çünkü tarihi mekanlar çoğunlukla eserden daha fazla öne çıkabilir ve bu da eseri zayıf gösteren bir dezavantaj oluşturabilir. Tersi de mümkün olabilir elbet. İzleyiciler, genel olarak sabırsız ya da çok kısa süreliğine orada zaman geçirecek diye hem mekanlarla hem de eserlerle yüzeysel ilişki kurabiliyor bazen.
Ben, tüm mekanlardaki eserlerle, saatler ve günlerce vakit geçirdim. Tabii ben de mekanları ve işleri izledikçe “Çimenin Vaadi”nin benim için oldukça katmanlı, felsefi ve politik söylemleri hem metaforik hem de reel yaşamın çoklu söylemlerini barındırması bakımından radikal yönü güçlü bir bienal olduğu kanısına vardım.
Çok katmanlı bir yapıyı kendinde özetleyen Mardin gibi bir coğrafyada olmasının özel bir önemi var. Öncelikle eski Mardin’in sit alanı ve turistik değeri yüksek bir çekim gücü olması her zaman olumlu sebepleri içermiyor, olumsuz unsurları da görünür kılacak sonuçları, pratik bir şekilde açığa çıkarıyor. Kültürel, ekonomik, politik olarak kentin kendi dinamiklerine dair pek çok tartışmayı yapmamız için nedenler yaratıyor ve eleştiri dinamiklerini çoğaltıyor. Çok uzak bir coğrafyadaki bir meseleyi kendi başkalığını, biricikliğini koruyarak ve de ortaklıklar kurarak duyumsayabiliyor insan. Bunu hissettiren kalitede yaratıcı ve politik gücü yüksek işler gördüğüm için inanılmaz heyecan duydum. Mesela; o uzun videoları defalarca büyük bir keyifle sindire sindire izledim. Bazı insanların videonun uzunluğundan şikayet ettiğini duydum. Çok saçma buluyorum bu şikayeti. Sosyal medya dünyasının bıraktığı tahribatlar diyorum buna. Eğer politik olarak tavrımız, derdimiz ve bu dünyaya dönük etmek istediğimiz kelam veya eylem varsa, bu kelamı etme eyleme ve edileni dinleme, izleme, duyumsama zahmetine girişmek lazım. Kısaca bende defalarca görme isteği yaratan müthiş eserlerle karşılaşmak ve eserimle de bunun bir parçası olmak şahane hissettiriyor.

Daha fazla yazı yok
2024-05-11 12:42:35