A password will be e-mailed to you.

 

Hintli yazar Amitav Ghosh, Timaş Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan iki yeni kitabı Silah Adası ve Büyük Kaos ile okurlarla buluştu. 2019 yılında Foreign Policy tarafından Son On Yılın Öne Çıkan Düşünürleri arasında gösterilen ünlü yazarla her iki kitabının da ana teması olan iklim krizini ve insanlığın karşı karşıya olduğu durumları konuştuk.

 

Sayın Amitav Ghosh, bu röportaja, iki yıl önce yayımladığınız ve bu yıl içinde Türkçeye çevrilen “Silah Adası” romanınız ile başlamak istiyorum. Nadir kitap satıcısı Dinanath Datta’nın sıra dışı bir yolculuğu bu. Farklı ülkelerde ve farklı insanların dahil olacağı bu mistik yolculuk, aynı zamanda 17. Yüzyıl’da yaşayan ve “silah taciri” olarak bilinen Bonduki Sadagar’ın sonu bir tapınak yaptırmakla biten hikayesinin de izdüşümü sayılabilir. Bu iki yolculuğu üst üste bindirme fikrinde size ilham veren ne oldu? Dört yüzyıl arayla yapılan bu iki yolculuğu birlikte kurarken, sizi en çok neler zorladı?

Amitav Gosh: 17. yüzyılla bağlantılar gayet açık. Son büyük iklim değişimi döneminin zirvesi ‘’Küçük Buzul Çağı’’ olarak adlandırılan dönemle 17. yüzyılda yaşandı. Bu küçük buzul çağının yaşanmasının nedenlerinden birinin Kızılderililerin nüfusundaki büyük azalma olduğu anlaşılmıştır. Amerika’daki yerli nüfusun bazı bölgelerde yüzde 95 oranına kadar azaldığı düşünülüyor. Yani iki Amerika kıtasında da bir zamanlar ekilip biçilen büyük alanlar yeniden ormana dönüştü ve büyük miktarda karbon emilimi gerçekleşti. Bu da ortalama küresel sıcaklığın düşmesine yardımcı oldu. Bu olgunun Küçük Buzul Çağı’na altyapı hazırladığı düşünülüyor. Durum böyleyse, 1492’den itibaren süregelmiş olan Avrupa’nın genişlemesi olgusunu günümüzdeki olaylara bağlayan net bir tarihsel süreçten bahsedebiliriz. Bunu metaların/tüketimin tarihinde, sömürgeciliğin tarihinde, sömürge karşıtlığının tarihinde görebiliyoruz. 20. yüzyılın son on yılında Çin ve diğer eski sömürge devletlerin endüstrileşmeye başlamasından sonra sera gazları miktarının fırlamasının tesadüf olduğunu düşünmüyorum.

Amitav Gosh’un kitapları Timas yayınlarında

Romanınızda gizemli bir tapınağın ziyareti ile insanların hayatları da değişiyor, hikayeleri şekilleniyor, hatta parçası oldukları geçmişi keşfe başlıyorlar. Özellikle kahramanımız Dimanath Datta’nın o ziyaretten sonraki şu sözleri beni çok etkiledi: “Sanki bedenime canlı bir şey girmişti, o çamurda uzun süredir uykuda bekleyen kadim bir şey. Bu şeyi sadece mikroplara, virüslere veya bakterilere benzetebiliyordum, yine de bunlardan hiçbiri olmadığını biliyordum: Bu şey hafızanın kendisiydi, ancak benimki değildi; benden çok daha yaşlıydı, bu şey sanki o tapınağa girdiğimde aniden hayata döndürülen zamanın gizli kalmış bir parçasıydı –korkunç, zehirli ve karşı konulmaz derecede güçlü bir şey, ondan kurtulmama izin vermeyen bir şey.” Hikayeler, bulaşıcı şeyler midir? Ya da bulaşacağı kişileri seçecek bir hafızaları olduğunu düşünür müsünüz hikayelerin? Sizce hikayeler büyülü olma ve insanları yola düşürecek kadar baştan çıkarma gücünü nereden alıyorlar?

Kitabın keşfetmeye çalıştığı şey yaşadığımız zamanın hakikati ve şu anda yaşadığımız gerçekliğin son derece tekinsiz oluşu. Bence herhangi bir edebi yaklaşımın bu tekinsizliğe çözüm sunması mümkün değil. Tekinsizliği kabul etmeliyiz; tekinsizlik tam da bu anı tanımlıyor. Bu kitabı yazarken kendim bunu bizzat deneyimledim. Kitapta bir bölümde Los Angeles’ta bir yangının bir müzeye doğru ilerlemesi anlatılıyor. Bu gerçekten yaşandı: birkaç yıl önce Getty müzesine yaklaşan bir yangın vardı. Fakat ilginç bir şekilde, o kısmı yangınlardan birkaç ay önce yazmıştım. Yaşanmasını görmek, hakkındaki haberleri okumak, televizyonda üzerine konuşulmasını izlemek o kadar ilginçti ki! Çünkü zihnimde zaten yaşandığını görmüştüm. Aynı şekilde Venedik’teki bir dolu fırtınası hakkında da yazmıştım ve birkaç ay önce böyle bir şeyin yaşandığını öğrendim.

“Herhangi bir edebi yaklaşımın bu tekinsizliğe bir çözüm sunması mümkün değil!”

Kendinizi “varoluşçu” bir yazar olarak görüyor musunuz? Bu soruyu bana biraz düşündürten de romandaki “bhuta” kelimesinin manasını arayış… “Varlık”, “varoluş” anlamına gelen bu kelimenin kökleri “geçmişte var olma hali”ne kadar uzanıyor. Ve orada şu kilit soru çıkıyor romanda: “Ama aynı kelime hem ‘var olan’ hem de ‘var olmuş olan’ anlamlarına geliyorsa bu, geçmişin geçmişte kalmadığı anlamına gelmez mi? Geçmişin şu anda da var olduğuna yani?” Amitav Gosh’un bu soruya cevabı nedir?

Geçmiş günümüzde tamamen varlığını sürdürmektedir. Zamanın büyük bir sünger gibi tahtayı sürekli silip temizlediği fikri tamamen bir kuruntudur.

 

Venedik’teki Santa Maria Della Salute bazilikasını ziyaret ettiklerinde kahramanlarınız arasında şu diyalog geçiyor: “Ne zaman gelecekten ümidini kesecek olsan, caro, bu sözleri hatırla: Unde origo inde salus – ‘Kurtuluş, başlangıçtadır.’” Başlangıç neresi? İnsanı oraya çıkaracak yollar hâlâ açık mı?

Unde origo inde salus’ yani ‘’Kurtuluş, başlangıçtadır’’ cümlesi gerçekten Santa Maria Della Salute bazilikasının zeminine kazınmıştır. Zannederim bu Meryem Ana’ya ve rahime metaforik bir gönderme. Fakat çok anlamlı bir fikir olduğunu düşünüyorum, özellikle Mars’a kaçmakla vesaire ilgili çok fazla teknolojik fantezinin yer bulduğu bir dünyada. Kitapta, bir çözüm varsa bunun başlangıçtan gelebileceğini savunuyorum, yani geçmişten. İçinde bulunduğumuz bu kötü durumun 400-500 yıl önce insanların (özellikle Avrupalıların) dünyayı yeniden şekillendirmeye başlamasından bağımsız olmadığını düşünüyorum.

“Geçmiş günümüzde tamamen varlığını sürdürmektedir. Zamanın büyük bir sünger gibi tahtayı sürekli silip temizlediği fikri tamamen bir kuruntudur.”

“Büyük Kaos” kitabınızı farklı kılanın, “küresel iklim krizinin” “endüstriyel ve modern bir düzlemde” okunmasının aksine “varoluşsal, varlıksal bir düzlemde” okunması çağrısı olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum?

İklim değişikliğiyle ilgili talihsizliklerden bir tanesi, bu konunun teknolojik-bilimsel bir problem olarak tanımlanmasıdır çünkü bu konuda okuduğumuz neredeyse her şey akademiden geliyor. Bir tür belgeli söylem gibi. İklimin değiştiğini yalnızca bu belgeli uzmanlar fark etmedi. Dünyanın herhangi bir yerindeki çiftçilerle ya da balıkçılarla konuşun. Size aynı şeyi söyleyeceklerdir. Bir bakıma bu belgeli söylem çokça dar bir odak noktasına sahip. Bilim insanları sıkça krizin geniş bir etki yelpazesinin bir parçası olduğunu dile getirseler de tarihsel, jeopolitik ve diğer açılardan bağlantıları nadiren kuruyorlar. Yalnızca bilimin doğa hakkında ve doğa adına konuşabileceğini düşünmemek bizim için çok değerli.

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 05:25:45