A password will be e-mailed to you.

Sosyal medya günlerdir Netflix Türkiye’nin yeni dizisi “Bir Başkadır” ile çalkalanıyor. Berkun Oya’nın yazıp yönettiği 8 bölüm, karakterlerinden sahnelerine derin detaylarına kadar incelendi ve eleştirildi. Peki türbanlı başkahramanı ile Türkiye’nin her kesimini bir arada anlatmaya çalışan dizi, ne demek istiyor ve bunu ne kadar başarıyor?

Bir Başkadır”ın yaratıcısı Berkun Oya’nın ne yaptığını anlamak için öncelikle onun IMDB kredilerinde bile yer almayan 2004 tarihli talk show’u Defakto’yu hatırlamak gerekiyor. Sohbet bölümünde ansızın masaya fırlayan dansöz ve terse sarılı ses kayıtları ile CNN Türk’teki bu deneysel program çok uzun yaşamasa bile Oya’nın farklı işler çıkarmak istediğinin kanıtıydı. Aradan geçen 13 yıl tiyatro çalışmaları ve ana akım medyadaki dizi deneyimlerinin ardından bu kez BluTV’de yayınlanmak üzere “Masum”u çekti. Türkiye’nin özetini tek aile üzerinden geçen bu sıra dışı “Katil kim?” belki de Türkiye dizi sektörünün bugüne dek çekilmiş en iyi ve en derinlikli işiydi.

Beykoz’un kenar mahallesinden bir temizlikçi, depresyondaki taciz mağduru yenge, bar fedaisi abi, emekli imam “hoca”, hocanın kapalı lezbiyen kızı, HDP’li Kürt psikolog Gülbin, onun AKP’li ablası Gülan, Fox TV dizisi yıldızı kıvamındaki Melisa, yalıda yaşayan ve Yılmaz Özdil-Mine Kırıkkanat ikilisinden ilham almış gibi gözüken bir anne babayla yaşayan yurt dışında eğitim görmüş türbanfobik psikiyatr Peri ve kadın karakterlerin çoğunun hikayesinin kesiştiği, ne iş yaptığını bilmediğimiz potansiyel ajans sahibi ve YouTube Daire kanalı konuğu “Rezidansta yaşıyorum aşırı kaliteliyim” Sinan… Engellisinden yogacısına, temizlikçisinden LGBTİ+‘sına bu mozaik(?) gerçekten de tam biz… Dizinin afişinde “Bir Başkadır“ın her harfinin farklı desenlerden oluşması da dizinin adını “Bir Başkadır Benim Memleketim” dizesinden almış gibi durması da bu yüzden… (Ayten Alpman’ın seslendirdiği ve aslında bir Yahudi halk ezgisi üzerine Fikret Şeneş tarafından yazılmış Memleketim‘in bir milli marş olmasının ironisi ise ayrı bir yazı konusu.)

İlk sahne bir uyarı levhası

İlk bölüm, başkarakter Meryem’in İstanbul’da ama İstanbul’a çok uzak evindeki yolculuğuyla başlıyor. Birçok seyircinin çok uzun bularak diziyi izlemekten vazgeçmesine sebep olan bu giriş aslında bir nevi işaret levhası, en baştan alışık olmadığımız bir yapım izleyeceğimizin ipucu… Mecidiyeköy’e yapacağı saatler sürecek yolculuk için köyden beter koşullardaki kenar mahallesinden yola çıkan Meryem, çamurlu yollar, patikalar ve otobanlar aşıyor. Onun hayatı henüz “Netflix & Chill” mottosuna çok uzak.

Sahne; evlerimize temizliğe gelen, belki markette kasiyer veya bir mağazada tezgahtar olarak karşımıza çıkan Meryem’in bize hem ne kadar yakın hem de ne kadar uzak olduğunu, bizimle kesişmek için katetmek zorunda kaldığı mesafeyi de göstermek için bu kadar uzun. “Bir Başkadır” ortalama 6-7 saat boyunca hiper gerçekçi bir Türkiye tablosu çizeceğini böylece daha ilk sahneden söylüyor.

Meryem ile ilk defa karşılaşmıyoruz!

Meryem, Kanal 7 ve Samanyolu dizileri haricinde başrolde görmeye pek alışık olmadığımız bir karakter. “Karakter” desek de onu farklı kılan karakteri değil, kapalı olması… Ani bayılmaları yüzünden yolu, kapalılara neden olduğunu bilmese de (zaten tanımadığından, bilmediğinden korkmaz mı insan?) önyargı taşıyan, psikiyatr Peri ile kesişiyor. Dizi Meryem-Peri ekseninde laik ve muhafazakar çekişmesini konu alıyor. Aynı çatışma Peri’nin psikoloğu Gülbin ile AKP döneminde eşi sayesinde bir şekilde zenginliğe kavuşan, altınları kürkleriyle gurur duyan görgüsüz “Gelin Evi” gelini ablası Gülan arasında aile çatısında da yansıtılıyor. Bu ülkenin iki ucunun sürekli kesişen ama buluşmayan hayatları…

Sosyal medya güzellemelerinin aksine ne muhafazakarlık ilk kez konu ediliyor ne de kapalı bir kadın ilk kez başrol oluyor. Dizi formatında pek işlenmese de İrfan Tözüm’ün 1990 tarihli “Fazilet“inde Hülya Avşar’ı evin hanımına öykünen başı kapalı temizlikçi bir başkarakter olarak görmüştük. Yine 2006’da Takva‘da mütedeyyin hayat sorgulanıyordu.

Nuri Bilge Ceylan ve Emin Alper hâlâ her filminde Anadolu taşrası üzerinden günün Türkiyesini ve siyasetini yorumluyor. O zaman neden herkes “Bir Başkadır“ı konuşuyor?

Bizi etkileyen Corona mı yoksa “Bir Başkadır” mı?

Bu sorgulamayı nihayet “Bir Başkadır” ile keşfetmek diziyle değil de aksine bizle ilgili olabilir mi? “Bir Başkadır” başarılı yönlerine, başta iyi oyunculuğuna ve koşullar dahilinde cesur bir iş olmasına rağmen sinemada çok benzerine rastlamışken neden bu kadar ilgi gördü? Bu soruların cevabı tamamen konjonktürde gizli. Daha önce hayattan kaçmak için Netflix izleyen bizler Corona ve karantina süreçlerinde o kadar zamana sahip olduk ki artık ne Netflix’te daha fazla içerik bulup hayattan ne de içinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik durumla yüzleşmekten kaçamaz hale geldik.

Bazen dünyada kaçacak başka bir yer olamayacağını ya da işler istemediğimiz yöne giderse Türkiye’nin yüzde 50’sini alabilecek kapasite ve niyette bir dünyanın bizi beklemediği gerçeğiyle yüzleştik. Türkiye bir şekilde çökmese de her gün bu stresle yaşamanın sonunda kendi içimize çökeceğimizi gördük. Ve yıllardır bize verilen “Birlikte yaşama” mesajını bu kez belki de ilk kez topluluklar halinde içselleştirerek duyduk.

“Ülkemiz hakkında konuşmamız gereken şeyler var!”

Bir arada yaşamayı öğrenebilecek miyiz? Berkun Oya, son projesiyle bu iyi niyetli soruyu sorarken kimin haklı olduğundan çok bunu yapmazsak neler olacağıyla ilgileniyor belli ki. İhtiyacımız olan tek şey terapi! Neredeyse tamamı bir terapi seansı formatında geçen yürekli ilk bölümün bir alt metni de bu: “Ülkemiz hakkında konuşmamız gereken şeyler var!”

İlk bölümüyle dünyalar vadetse de “Bir Başkadır” akıcı kurgusuna ve kendisini izletmesine rağmen bittiğinde asla bir “Masum” olamıyor. Ferdi Özbeğen‘e iadeiitibarı, oyunculardan alabildiği maksimum performans (özellikle Funda Eryiğit‘inki), hiper gerçekçi hikayeye uygun hiper gerçekçi atmosfer ve görüntü yönetimi dizinin güçlü yönleri. Daha 2011’de “Güzel Şeyler Bizim Tarafta” tiyatro oyunu (dizinin adapte edildiği oyun) için çekilen ve bugünlerde sosyal medyada yeniden keşfedilen, dizinin ana karakterlerinden Gülbin ve Meryem’in 9 yıl önce metrodaki hallerini içeren video (altta), bu projenin uzun zamandır düşünüldüğünün kanıtı.

Ethos” adının hakkını veremiyor

Ancak bir mozaik anlatmak adına çok fazla karaktere odaklanması, o karakterlere giydirilen yüzde yüz günlük hayattan diyaloglara rağmen söz konusu karakter derinliği olduğunda senaryonun çuvallamasıyla uluslararası gösterim adı “Ethos“un hakkını pek veremiyor. Ana ekseni oluşturan Peri’nin nasıl bir kırılma yaşayarak eksenin öteki ucundaki Meryem ile sonunda özlenen buluşmayı gerçekleştirdiğini göremiyoruz mesela… Ki ortalama Netflix seyircisi yoga yapıp glutensiz beslenen; çok muhtemel ki Emily in Paris, Valeria ve bir ihtimal Aşk 101 izleyen ve en büyük derdi hayatının aşkını bulmak olan Peri’de vücut buluyor. Peri’nin dönüşümünü temellendirerek anlatmadan (Hazal’ı ve kız kardeşi niye duyduk?) ve anlamlandırmadan dizinin misyonu yarıda kalıyor.

Meryem’e biçilen, onu isteyen “tipsiz” dediği adama razı olma kaderi de gayet düşündürücü final açısından. Zeki, zehir gibi ve becerikli Meryem’in, “mutlu sonu” beğenmediği biriyle evlenmek. Üstelik ona psikiyatrı gibi Jung‘dan bahsetti diye! Lezbiyen karakter ise babasına başını açtığını söyleyerek özgürleşiyor. Ancak onu evlatlık olmasına rağmen gerçek evladı gibi büyüten “Hoca” babası başını açmakla kalmayıp lezbiyen ilişkisini daha rahat yaşayabilmek için Konya’daki okuluna geri döndüğünü öğrense ne tepki verirdi? Hiper gerçekçi dizinin masalsı sonunda bu cevap da havada asılı duruyor.

Diziye konu olan her iki tarafın bugüne kadar en çok buluştuğu noktaysa ne yazık ki dindarlığın kadının bedenine ve örtünmesine indirgenmesi. Bunun içinde her kapalı kadının aynı siyasi görüşte sayılması, 28 Şubat gibi kararlardan sadece kadınların etkilenmesi de var, örtülü olmayan kadının inancının ya da namusunun sorgulanması veya aile içi baskıyla kadının zorla örtünmesinin sağlanması da var. Bu kırılgan ortamda hareket ve hoşgörü alanı bu kadar darken “Bir Başkadır” belki de haklı olarak fikir beyan etmekten çekiniyor. Ancak fikir beyan ettiğinde de oldukça yetersiz kalıyor.

Dizinin köşeye sıkıştığı nokta: Psikolog Gülbin

Bunun en güzel örneği Peri’nin başörtülülere karşı olan önyargısını bir paranoya gibi gören, bununla dalga geçen ve “Güç onlarda” diyen Peri’ye “Ne gücü? Hangi güç?” sorusunu sorarak endişelerini görmezden gelen Gülbin… Dizinin ve Berkun Oya’nın en çok köşeye sıkıştığı bu karakter, sadece birkaç bölüm sonra günün düzenine destek veren ablasını suç ortaklığıyla itham ediyor. Peri’nin düşünceleri sadece bir paranoyadan ibaretse Gülbin’in memnun olmadığı ne? Karakter ima edildiği şekilde HDP seçmeniyse o partinin eski genel başkanı Selahattin Demirtaş‘ın şu an tutuklu olmasının sebebi ne?

Bir yanda “İmam Hatipler bizim arka bahçemiz” diyen bir iktidar varken ve CHP’li Kadıköy Teyzesi şeklinde karikatürize edilen kesimin bütün korkuları halihazırda gerçekleşmişken, neyin paranoyasını yaşıyor Peri? “Bir Başkadır” paralı bir platformda yayınlanırken, dizinin lezbiyen karakterinin altıncı his ile seyirciye hissettirilmeye çalışılması, mastürbasyon sahnelerinin karartılması, hiçbir politik söylem ve eleştiri içinde bulunamadan sadece “birlikte yaşayalım” denebilmesi hangi korkunun sonucu?

Bir Başkadır” gerçekten hiper gerçekçi bir Türkiye tablosu. Eksiği yok fazlası var ama söyleyecek çok sözü ve siyasi cesareti yok. Kültürel iktidarın kendini eleştirisinden ibaret.

Mozaik mi aşure mi?

Bir Başkadır” baştan sona izlenmeyi hak etmesine ve yapıcı niyetlerine rağmen teorik bir altyapı kurmaktan da yoksun. Sermayesinin çoğunu başörtülü karakterden almasına rağmen başörtüsünün ne olduğunu okumaktan aciz. Hatta o kadar aciz ki psikolog Gülbin bile hiç sosyoloji okumadan psikolog olduğu için örtünün tarım toplumuna ait olduğunu, bugünün şehrinde çatışma yaratabileceğini, bu çatışmanın bir dindar-laik, modern-gerici değil bir köylü-kentli çatışması olduğunu, ablasının köyünün görüntüsünü getirmekle şehrin modernliğini yaşamak arasında sıkıştığını bile göremiyor.

Zaten Beyaz TV kadın programı astrolog konuğu seviyesiyle olaylara yaklaşan Gülbin, kişisel gelişim pratikleriyle dini ritüelleri de bir tutuyor. Çünkü kendi de aynı çatışmanın içinde ama bunun farkında değil ve bununla yüzleşmeye niyeti yok. Sinan gibi kendinin erkek bir versiyonuyla takılıp onu aşağılamak, spor salonu üyeliği ve Netflix erişimi ona yetiyor.Bir diğer atlanan nokta ise dizinin tutunduğu, Türkiye siyasetinin on yıllardır ağzına sakız ettiği mozaik ve sentez kavramı… Türkiye’nin halihazırda aşureden mozaiğe dönmeyi başardığını söyleyebiliyor muyuz? Birlikte yaşamak için birbirimize saygı duyduğumuz ortak bir çerçeve, bir sentez var da biz bundan mı kaçıyoruz? Yoksa yüzyıllardır ait olmadığımız bambaşka kültürlere mi sürükleniyoruz iki ayrı yandan?

 

İLGİLİ HABERLER

Herkes öldürür sevdiğini: Alef

 

NETFLIX’ten bir seküler Türkiye güzellemesi: Aşk 101

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 06:03:25