A password will be e-mailed to you.

Corona salgını nedeniyle iptal olan pek çok festival ve sanat etkinliğinin yanı sıra online erişime açılan belgesel ve filmler de dikkat çekiyor. Lara Kamhi de bu süreçte “Transparency of Being” adlı belgeselini online erişime açtı. Kamhi ile belgeselin oluşum süreci, gerçekliğin dönüşümü, gelecek ve bugünün ihtimalleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Deneysel belgesel” tanımınızla birlikte “Var Olmanın Şeffaflığı”nın nasıl ortaya çıktığından bahsedebilir miyiz?

Kurmaca olmayışı, deneyselliği ve bir belgeleme sürecini esas alıyor olmasından sebep, deneysel belgesel olarak klasifiye edildi çalışmam. Oysa pekala “video essay” de denilebilirdi. Kimi sadece “deneysel film” ya da “deneysel video” diyor. Tanımsız bir yerde kalınca size rağmen bir tanım buluyor çalışmalarınız. “Transparency of Being” için de öyle oldu. Uzun yıllardır hepimiz gibi benim de telefonumda, kameramda binlerce fotoğraf ve video birikiyordu. Öyle bir aşamaya geldik ki deneyimlerimizi kaydetmezsek yaşanmış bile saymıyoruz. Görselliğin güncel hayatlarımızı izdihama uğratması, onu tüketme biçimlerimiz, gerçeklik ile temsiliyetin yer değiştirmesi ilgimi çeken, üzerine araştırmalar yaptığım konular “Transparency of Being”de tüm bu araştırmanın en güncel ve kapsamlı formlarından biri olarak ortaya çıktı.

 

Çekimleri 2017 yılında Japonya’da yapmışsınız. Sizi oraya sürükleyen neydi?

Uzak Doğu’nun Seul, Tokyo ve Hong Kong gibi şehirleri, tinselliğin en ilkel hallerinin muhafaza edildiği, ancak son derece fütürist ve teknolojik sistemlerden oluşuyor. Bu iki ekstremin bir arada barınıyor olması her daim dikkatimi çekmişti. Japonya programı ise bir yakınımın filmine ön araştırma yapmak için yardıma ihtiyaç duymasıyla oluştu. Ben de bu durumu fırsat belleyip, kameramla gittim. En temel
amacım bir görüntü ve ses arşivi oluşturmaktı. Form ve içerik zamanla belirdi.

“Fransız Yeni Dalgası içinde büyüdüm”

Belgeselde Fransız sineması etkisi var mı?

Bu sık sorulan bir soru. İnsanın formasyonu öyle ya da böyle yansıyor çalışmalarına. Ancak bu hususta bilinçli bir gönderme veya form arayışında değilim. Fransızca ikinci anadilim ve pek çok ilk izlediğim film de Fransız filmiydi. Çocukken Fransız Konsolosluğu’ndan filmler kiralar, Jaques Demy’nin Les Demoiselles de Rochefort, Les Parapluies de Cherbourg ve Peau d’Âne’ını neredeyse loop halinde izlerdim. Fransa’da sinema okumaya ilk başladığımda ise birinci sene konsantrasyonum Fransız Yeni Dalgası’ydı. Bu kültürün içinde büyüdüm. Dolayısıyla etkinin görünür olması beni şaşırtmıyor.

 

Gerçeklikle ilgili her şeyin görünür olduğundan ve görülecek bir şey kalmadığından söz ediliyor. Var olmanın şeffaflığı burada mı başlıyor?

‘Var olmanın şeffaflığı’ filmin pek çok yönünü tanımlıyor aslında. Varlığın yitmesi, aranması, tüketilmesi, üretilmesi, ondan vazgeçilmesi… Onu çelişkileriyle birlikte araştırıyorum. Kaotik bir güncel hayat ile ahenk içinde tinsel bir yaşam. Her ikisinde de bir kendinden, benliğinden vazgeçiş var. Bu ne kadar ilginç aslında değil mi? Bir yandan her şey belirgin, ortada, çok şeffaf. Sistem görünürlük üzerine kurulu, artık belirsiz ve görünmeyen hiç bir şey yok. Bir diğer yandan da elbet ironik bir yönü var bu başlığın. Konuyu her yönüyle kapsıyor.

“Post-truth dönemi yeni insan türü

“Gerçekliğin yer değiştirmesi” bugün daha fazla mı görünür oldu?

Post-truth” (gerçek sonrası) kavramından yola çıkarsak, bu durumun 90’ların başında başladığını söyleyebiliriz. Bugün geri dönülmez bir noktaya geldik. Temsiliyetler peşi sıra gerçekliğin yörüngesine oturuyor ve var olmaya vakit dahi bulamadan yerini kaçınılmaz şekilde bir diğerine bırakıyor. Toplumun büyük bir kesiminin de bu düzlemin içine doğduğunu göz önünde bulundurursak, post-truth dönemi yeni insan türünden söz etmemiz bile mümkün. Görüntü bir tüketim ürünü, tüm gerçekliğimizi yöneten bir kavramsal diktatör – dokunamadığımız ancak kanıksadığımız, gerçekliğimizin en temel referans noktası bugün.

 

“Gelecek şeffaf, şeffaflığı çok net”. Bugünün koşullarıyla nasıl yorumlarsınız?

“Gelecek şeffaf (…) varlığı neredeyse yok, çok berrak” derken aslında bir paradokstan söz ediyorum. Artık her şey o kadar belirgin ki tüm belirsizliği yok etmek adına alelacele tanımlar koyuyor, kategoriler yaratıyor, her şeyi bilmek, belirlemek istiyoruz. Ama bir Covid-19 gelip tüm tahminlerimizi yerle bir edebiliyor. O sebeple bir gelecekten söz etmemiz mümkün değil aslında; o tahmin edilemez paradoks da burada başlıyor işte. Zaman kavramlarının çelişkisinde… Örneğin Şintoizm anlatılırken çok net bir hiçlikten söz ediliyor filmde. “Her şeyin başlangıcı ve sonu ile arada yaşananlar” gibi oldukça kapsamlı bir düşünce, çok nesnel ve basit sembollerle anlatılıyor. Bu simgeler ile sözünü ettiğimiz tüketime dayalı diğer simgelerin kullanımlarındaki farklar ile benzerlikleri incelemek gerçekten ilginç. İnsan zihninin çizgiselliği ile ilintili hepsi. Oysa Şintoizm farklı bir yaklaşım daha sunuyor zaman ve temsil kavramlarına dair; her şeyin, nesnelerin bile bir ruhu olduğuna inanılıyor. Bu ruhlara “Kami” ismi veriliyor. Diğer oluş haline bakınca ise nesnelerin tüketimi bir yedinci kıta yaratacak kuvvette. Ve tüm bu düşünce sistemleri aynı boyutta, kaotik bir ahenk içinde barınabiliyor. Zaman ve zamansızlık, varlık ile hiçlik bir arada…

“Birçok şekilde şaşıracağız”

Karantina gerçek bir izolasyon süreci mi sizce? Yaşadığımız dünyadan, olasılıklardan bahsedebilir miyiz?

Bunu nasıl yaşadığınıza, koşullarınıza ve şartlarınıza bağlı. Gerçek bir izolasyondan ne anladığınıza da. Bu kadar konuşulmasa yaşam tarzımın, herkesin izolasyon olarak tanımladığı bugünkü rutinimize çok benzediğini fark etmeyebilirdim. Bizler zamanı çizgisel görmeye meyilliyiz, bu çizgiyi de yörüngeye oturmuş belirli olaylar, icatlar, fikirler ışığında değerlendiriyoruz. Oysa ki rizomik bir yapı söz konusu. Yüz yıl evvel keşfedilen bir teknoloji yıllar içinde bambaşka etkileşimler ile evrilerek çok farklı bir ihtiyacı karşılamaya yarayabiliyor. Dolayısıyla olayları, anın gündemi ile değil en az bir asırlık geniş bir çerçeveyle değerlendirmek gerekir. Hepimiz bir cevap arayışındayız. Çaresizlik içinde anlam ve mana verme çabasında olduğumuz bu dönemde komplo teorileri de altın çağını yaşıyor. Hiçbir şeyin aynı olmayacağı
kesin, ancak gelecek hakkında ne teori üretirsek üretelim, birçok şekilde şaşıracağımız da.

 

Son olarak, bize bir soru soruyorsunuz: “Varlığımızdan uzaklaşıyorsak, bu bir yandan da metafizik düşünceye geçiş değil midir?”

Bunun iki yönü var; birincisi, varlığın sorgulanması için yokluğun gerekliliği… İkincisi ise metafiziğin bir yönüyle de varlıktan çıkış anlamına gelmesi, onun ötesine geçmesi, tanımlarından, nesnelliğinden özgürleşmesi. Az önce söz ettiğim gibi, bu tanımsızlık ve fizikselliğin terk edilişi her iki uç için de geçerliyken, bir aşamada her iki ekstremin de aynı düzlemde bütünlenmesi mümkün olabilir mi? Bunu merak ediyorum.

 

İLGİLİ HABERLER

Bir “bireysel izolasyon” filmi

Lara Kamhi’den kısa film tadında bir klip

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 02:31:49