A password will be e-mailed to you.

Son yılların adı gitgide parlayan yönetmenlerinden Jeff Nichols, 35. İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen son filminde beklentileri tam manasıyla karşılayamasa da farkını ortaya koyuyor.

Midnight Special, meraklısı bilir, bir country klasiğidir. Leadbelly’nin popülerleştirdiği şarkı gecenin bir vakti uzaktan geçen yolcu trenini ve onun ışığını görmeyi bekleyen mahkumları anlatır. Jeff Nichols’ın filmine neden bu adı seçtiğini sorarsanız, Amerika’nın güneyinde, çoğunlukla gece vakti yol alan bir otomobil ve o otomobildeki kaçaklardan gayrı bir yanıt alamazsınız. Bazen bu kadarı yeter de artar bile filminizi adlandırmaya.

Kendilerine bir çiftlik hayatını uygun görmüş orta ölçekli bir tarikatın elinden kaçırılan 8 yaşındaki Alton gizemli güçlere sahip bir çocuktur ve bu güçleri sebebiyle (kimileri ağzından çıkanı tanrı kelamı saymaktadır, o derece) herkes onun peşindedir. Mavi renkli bir gözlük sayesinde gizlediği gözlerinden zaman zaman kör edici beyaz bir ışık fışkırmakta ve çocuk durup durup bilmediği dillerde bazı sözleri tekrarlamaktadır, makineli tüfek gibi. Üstelik şimdi FBI ve NSA de düşmüştür peşine, devlet sırlarını çaldığı gerekçesiyle (tarikat şefinin tanrı kelamı saydığı sözleri, NSA analisti “ya da hükümet bilgileri” diyerek netleştirmesi filmin en komik anı değildir de nedir?). Kimdir peki bu Alton ve nedir bu tuhaf, bu tehlikeli, bu belki de ilahi güçleri?

Kendi çocukluğuna denk düşen yıllarda izlediği bilim-kurgu filmlerinden esinlenmiş olduğunu tahmin ettiğimiz Jeff Nichols önceki filmlerinde de zaman zaman ön plana çıkan inanç meselesini bu kez daha belirgin bir janr alıştırmasıyla ele alıyor ve zaman zaman müthiş bir iş çıkarmakla beraber, kimi anlarda da, doğrusu, hayal kırıklığı yaratıyor. Filmin ilk anlarından itibaren izleyiciyi sürmekte olan bir aksiyonun tam ortasına bırakıveren Nichols bu anlamda izleyicisine güveniyor ve onu aptal yerine koymuyor, bu övgüye ve takdire değer bir tavır, eyvallah. Filmin en çok parladığı anların da bu aksiyon sahneleri olduğunu, gerilimi kurgulamakta alabildiğine usta olduğunu kabul edelim ve iyi bir X-Files bölümü gibi akseden bu sahneleri bir kenara not edelim. Nichols gitgide ustalaşan, olgunlaşan bir yönetmen görünümü verdiği bu sahnelerde teknisyen olarak zirveye çıkıyor gerçekten de, ve fakat hikaye, filmin başından beri kendisinden beklediğimiz derinliğe bir türlü erişemiyor. Çizgi üstü oyunculuklar (her filminde çalıştığı Michael Shannon’ın yanı sıra bu kez görece kısa rolünde fena halde parlayan bir Adam Driver; tuhaf bir şekilde ördüğü saçlarıyla tarikat eskisi anne rolünde Kirsten Dunst ve sadık arkadaş kompozisyonuyla Joel Edgerton) filme güçlü bir tutanak sağlıyor ve özellikle Alton rolünde Jaeden Liebherer oyunculuğuyla işin gizemine müthiş bir katkıda bulunuyor ama Jeff Nichols’ın filmin finalinde tüm her şeye (ya da o her şeyin önemli bir kısmına) verdiği yanıtlar tatmin etmediği gibi, derinden derine süren inanç sorgulamasına da yeterli bir zemin sağlamıyor. Bu minvalde, örneğin bir M. Night Shyamalan çok daha çarpıcı tezler… hadi o kadar iddialı olmayalım, çok daha ilginç kapılar açmıştır zihnimizde.

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 23:59:11