A password will be e-mailed to you.

İstanbul74’teki sergileri için İstanbul’a gelen New York’lu ikili Johan Freeman ve Justin Lowe, anlattıkları hikayeleri fiziksel ortamda tüm detaylarıyla kurarak gerçeğe paralel evrenler yaratıyorlar.

 

 

sanatatak: Yeni mezun biri -güzel sanatlar resim bölümü- olarak biriniz Santa Fe’de diğeriniz New York’ta sanat eğitiminden neler öğrendiniz? Sanatın eğitimi olur mu?

Johan: İkimiz de sanat okuluna gitmedik. Geç saatlere kadar çalışarak ve kendimizi tanıyarak fark ettik bir şeyleri… Sanatçı olmayı öğrenemezsiniz, içten gelen bir şey olduğu için bu öğretilemez ancak, sanat tarihi öğretilebilir…

sanatatak: Birlikte çalışmak birlikte müzik yapmak gibi bir şey midir? Zorlanıyor musunuz? İşbölümü var mı?

Justin: İkimiz de müzisyen değiliz. Evet müzik dinliyoruz, ama bu durumu karşılaştırmak çok doğru olmaz. Birlikte çalışmak zor değil, öyle bir ego çatışması yok aramızda, çünkü arkadaşız. Aramızdaki iş bölümü o anda yaptığımız işe bağlı. Mesela büyük bir prodüksiyonsa birçok kişiyle çalışıyoruz ama boya ve tablo iş yapıyorsak fikirleri beraber buluyoruz. Fotoğraf ve grafik işlerini aramızda Johan yapıyor. İşin teknik kısmını ve detayları üçüncü kişilere delege ediyoruz. (Asistanlar vs.)


sanatatak: Tam da Fried gibi modernistlerin tiyatrosal bulduğu şeyi yapıyorsunuz. Yaşasın postmodernizm mi?

Johan: Postmodernizmi tabii ki bir araç olarak kullanıyoruz. Fakat öyle bir kutlama gibi, yani “yaşasın postmodernizm” gibi bir durum söz konusu değil. Postmodenizm bütün alanlara sızmış durumda. Kültür alanına da eğitim alanına da her yere bir şekilde sızmış ve artık inanılmaz geniş bir tanımı var. Bir araç olarak kesinlikle kullanıyoruz, ama “yaşasın postmodernizm” durumu kesinlikle yok.

 

sanatatak:Nerede yaşıyorsunuz?

Justin: New York ‘ta yaşıyoruz.

 

sanatatak: New York’un eskisi gibi sanatçı dostu olduğunu düşünüyor musunuz? Bu kent sizce muhafazakarlaşıp sterilleşti mi?

Justin: Hala aşırı sanatkar bir yer ama pahalılaştı ve daha az saldırı var.

 

sanatatak: Biz yaptığımız toplantıda sizi iki edebiyatçı olarak gördük. Öyle değerlendirdik. Öyle düşünmek istedik. Çünkü acayip hikayeler var. Biraz beat kuşağı biraz bilim kurgu… Edebiyatçı olarak görülmekle ilgili fikirlerinizi alabilir miyiz?

Johan: Edebi figür olarak görünmemiz doğru fakat ama yazar değiliz. Doğru yazılar ve referans aldığımız yerler var ama bundan dolayı da kendimize bir yazar dememiz çok doğru olmaz. Bizim yaptığımız sanat diğer disiplinleri içine alıyor, yani bir tür birleşim noktası diyebiliriz. Müzik, şiir, kitap her şey var içinde aslında büyük bir patlama gibi… Onların hepsinin buluştuğu noktada bize nasıl tepki verdikleri, bizim için önemli…

Justin: İşlerimizde farklı disiplinlerden referans almayı seviyoruz. Zaten serginin ismi de aynı zamanda derleme, toplama bir albümüm ismi ve orda da Beat kuşağından referanslar var aynı zamanda bilim kurgudan da referanslar var. Edebi figürler olarak görünmemizin sebebi bu olabilir.

 

sanatatak: Enstalasyonlarınızda izleyicinin deneyimi mi önce geliyor? Asıl ve tek önemli olan sizin detaylarla yarattığınız kapalı alanlar içindeki tecrübesi mi?

Justin: İzleyicinin özellikle belli bir hissiyat içerisine girmesi amacını taşımıyor, öyle bir öncelikleri yok. Bizim yarattığımız odalar enstalasyonların içinde, aslında izleyicinin çıktıktan sonra da daha fazla detaylara dikkat etmesini istiyoruz.

Johan: Düşünün, izleyici bir odadan başka bir odaya farklı bir geçiş yoluyla geçiyor ve o anda düşünmeye başlıyor. Burası ve burayı yapan nedir diye. Detayları fark etmeye başlıyor o odadan çıktıktan sonra… Bunu, izleyici hayatına taşıyabilir ya da hayatını yönlendirebilir. Burası bir sanat galerisi ve duygusal bir anlam da yönlendirme taşımıyor. Tamamen sanat bu ve belirsiz bir psikoloji taşıyor.

 

sanatatak: Her mekanda farklılaşan isler aynı zamanda. İstanbul size neler düşündürdü? Buradaki islerinize nasıl karar verdiniz? İstanbul’un enstalasyonlarınızın değişen algısına ne gibi katkısı olabilir? 

Justin: Buraya ilk defa geliyoruz. Farklı bir ülkeye gittiğinizde insanın algıları daha çok açılır ve sürekli bir ilgi toplama halinde olur.

Johan: Gittiğimiz ülkede tabi ki bilinçaltında farkında olarak ve olmayarak bir şeyleri toparlıyoruz. Bu toparladıklarımız bir sonraki enstalasyonlarımıza mutlaka yansıyacak ve katkıda bulunacaktır.

 

sanatatak: Mesela Bright White Underground, bütün bu parti ortamı, nice ayrıntılar objeler… Büyük prodüksiyon -internetten izleyebildiğim kadarıyla konuşuyorum elbette- adeta film çekmek gibi. Ama aynı zamanda çok da farklı. Size kalan nedir bunların ardından? Hem duygusal hem de fiziksel olarak soruyoruz.

Justin: Fiziksel olarak yorgun oluyoruz ve bir daha ki proje nedir onun endişesini yaşıyoruz ama bir yandan da ne başarmak istiyorsak onu başarmış oluyoruz daha sonrasını da.

 

sanatatak: Şu paralel evren kurmak meselesini biraz detayla konuşabilir miyiz? Gerçek değil ama ona paralel olan-yani bütün üretiminiz- yarına dair bir umut mu aksine büyük bir ümitsizlik ve distopik bir melankoli bir taşıyor?

Justin: Evet, paralel evrenleri yaratıyoruz ama teoriden çok anlatılan hikaye bizi daha çok ilgilendiriyor. Hikaye anlatımının içinde hem umut hem de distopya var. İkisi bir arada, yani bu hikayede…

 

sanatatak: Son sorumuz. Siz nasıl evlerde büyüdünüz, hangi şehirlerde? İşleriniz bizde öyle bir merak uyandırdı…

Johan: İkimizde yatılı okullarda büyüdük ve hep çocukların arasındaydık. Aynı zaman da sanatla ilgili kişilerin bir arada olduğu topluluklarda da bulunduk ama sanatın bir iş olduğunu küçük yaşlarda fark ettik ve sanatçı olmayı küçük yaşlarda istedik.

Justin: Bu gerçek bir şey olabilir. Sanatçı olabilmek, yazar olabilmek hepsi mümkün olan şeylerdir. Buna inanmak, hayatlarımızı ve seçeneklerimizi etkiledi.

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 13:40:01