A password will be e-mailed to you.

3. Psikeart Günleri’nin geldik son gününe. Yine birbirinden ilginç başlıklar mı dersin, Türkiye Sineması’na emeği geçmiş isimler mi dersin, yorumları ile herkesi şaşırtan psikiyatristler mi dersin. Yok yoktu yani.

 İlk oturumda Psikiyatrist Cumhur Boratav, Brian De Palma’nın “Femme Fatale” isimli filminden yola çıkarak şu günlerde herkesin kullanmaktan çok hoşlandığı femme fatale’i açıkladı. Genelde herkesin yanlış kullandığını belirtti. İşte femme fatale hakkında bilinen yanlışlar; o, güçlü, azgın, tehlikeli, cinsel açıdan hiç tatmin olmayan kadın mı? Hiç değil. Boratav bu tanımların aksine femme fatale bir kadının vücudunun yabancılaştığını, plastikleştiğini ve birçoğunun da cinsel ilişkilerde tatmin olmadığını, bunun en iyi örneklerini ise Temel İçgüdü ve Gilda filmlerinde görebileceğimizi söyledi.

Ayşegül Sütçü ise Tarantino Kill Bill filmini ele alırken Hollywood’a damga vurmuş filmlerin (Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, Ucuz Roman, Yıldız Savaşları…) birçoğunun aksine bu filmin Bechedel Testi’ni geçtiğini söylüyor. Nedir bu test diye soracak olanlarını var ise hemen şöyle anlatayım. Bu testin sadece 3 sorusu var;

Bir, izlediğiniz filmde en az iki kadın karakter, en azından adlarını bileceğimiz kadar kurguya dahil oluyorlar mı? İki, bu iki kadın karakter, filmde birbirleriyle hiç konuşuyorlar mı? Ve üç, bu iki kadın karakter birbirleriyle konuştuklarında, erkekler dışında bir konudan bahsediyorlar mı?

Türkiye sinemasından bu testi geçen filmleri ise Şenay Aydemir geçtiğimiz günlerde sıralamıştı:

Kusursuzlar, Zerre, Bal, Çoğunluk, Vavien….

Gelelim yazar Çiğdem Anad’ın “Kadının Sinemadaki Rolü” isimli paneline. Anad kadının rolü toplumda ne ise sinemada da öyle olduğunu söylüyor. Avrupa ya da Hollywood sinemasının aksine bir Türkiye sinemasındaki bir kadın karakterin, hem çapkın hem anne, hem iyi bir dost hem kötü bir insan, hem iyi bir eş hem kötü bir anne olmasının mümkün olmadığını söylüyor Anad. Bir kadının iç çekişmelerinin toplum tarafından tutarsız olarak kabul görürken erkekte iç çekişmeleri olan karakterlerin sevildiğini vurguluyor.

Anad’ın devamında kendi kendime “Ne oluyor? Acaba mutlak bilgiye ulaşıyor muyum?” diye sürekli kafamda ampul yandıran bir panel ile karşı karşıyaydım; Kadın Yok! Benim gerçekten çok sevdiğim ve Bedirhan Üstün, Cem Kaptanoğlu, Bülent Somay’ı nerede ne zaman olsa sıkılıp patlamadan saatlerce dinlerim dediğim ama sadece 2 saat dinleyebildiğim bir panel oldu.

Üstün, Lacan’ın zamanında söylediği “Kadın Yok” ya da “Kadın diye bir şey yok” söylemini Nietzsche’nin “Tanrı Öldü”, Zizek’in “Doğa diye bir şey yoktur” sözlerine benzetiyor.

Lacan’ın bu aforizmasını Üstün şöyle yorumluyor:

"Kadın erkeğin bir semptomudur, erkeğin kafasında bir fantezidir buna bağlı olarak erkeğin kafasındaki arzunun nesnesidir. Kadın bu sistemde ötekiler olarak dil dışında tutuluyorlar. Bu nedenle kadınlar sanal olandan semboliğe geçemezler ama erkekler semboliktirler. Buna bağlı olarak patriarki kadını sessizleştirir."

Bülent Somay ise yine bu aforizmadan yola çıkarak kadının sembolik bir düzene tabii olmadığını sonradan geldiğini, dilinin egemen bir dil olduğunu, kadınlar efendinin dili ile konuştuklarında varolduklarını söylüyor. Ve bu düzenle mücadele eden kadınlar için de bir mesaj veriyor:

"Dünyayı değiştirebilmek için erkeklere benzemek yerine yani iktidar konumuna gelmek yerine en önemli özellikleri olan empati güçlerini geliştirmeliler."

Küçük bir avuntu da olsa bu sene gidemeyenler üzülmesin çünkü Prof. Dr. M. Emin Önder gelecek yıl yapılması beklenen 4. Psikeart Günleri’nin temasını şimdiden söyledi; Sinemada Psikolojik Travma ve Psikiyatri. Yine birkaç güne yayılacak olan bir sürü ilgi çekici panelin yanı sıra ödüllü kısa film, senaryo yarışmaları da olacakmış. Kendinizi şimdiden hazırlayın derim!

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-05 20:56:09