A password will be e-mailed to you.

Diyarbakır’da neo-ottoman hayaller, neo-hausmann hayallerine ikame ederken kendisini insan kendine “o” soruyu sormadan edemiyor: Ya Sur bir başlangıçsa? 


Kürt coğrafyasında bir hayalet dolaşıyor – Hausmann’ın hayaleti…

Diyarbakır’a ilk 1999 yılında gittim. En son da 6 Haziran’da… Diyarbakır demek, çokça Sur demektir. Kentin kalbi orada atar, tarihi dokusunun, labirent sokaklarının yanı sıra hala daha kentin yaşayan bir merkezidir, canlıdır, samimidir, politiktir; yanlış koruma programlarıyla komalık hale gelen tarihi kent merkezlerine benzemez. 

Doğrudur, Mardin Güneydoğu için bir turizm markasıdır, fakat Diyarbakır’ı, özellikle de Sur’u bilenler asıl hazinenin orada olduğunu bilirler. Mesele sadece yapıların tekil güzelliği değildir, ölçek olarak da emsalsizdir Sur… Toplam nüfusu 117bin’i bulur , yani tek başına Eski Mardin’den büyük bir kentsel alanda, adını veren kadim surların içinde, ülkenin en özgün kentsel tarım alanlarından birisi olan Hevsel Bahçeleri ile birlikte yaşar gider(di).

Geçmiş zamanla yazıyorum çünkü, hükümetimiz medyası aracılığı ile bize “müjdeyi” vermiş durumda: Çatışmalar biter bitmez, hatta daha namlunun dumanı gitmeden bölgeye ait kentsel dönüşüm projeleri konuşulmaya başlandı. Yanlış anlaşılmasın, dönüşüm ve koruma Sur’a yabancı değil; zaten son 15 yılda ciddi dönüşüm projeleri geçirdi: Ulu Cami ve Hanlar bölgesi yenilendi, Surp Griagos kilisesi onarıldı, İçkale’de bir kültür ve turizm merkezi kuruldu. Fakat ilk kez bütün Suriçi toplu bir dönüşümün öznesi haline getirilmeye çalışılıyor. Bu dönüşüm ise bize yaşanan çatışmalar ve yıkım sonrası adeta “yegâne” çözümmüş gibi yutturulmaya çalışılıyor.

Diyarbakır’da neo-ottoman hayaller, neo-hausmann hayallerine ikame ederken kendisini insan kendine “o” soruyu sormadan edemiyor: Ya Sur bir başlangıçsa? Sur’da, tarihi dokudan dolayı bağlayıcı pek çok unsur var. Peki ya çatışmaların yaşandığı diğer kent merkezleri? Devlet eliyle oralarda daha hoyratça bir dönüşüm sağlanabilir mi? Türkiye’nin bu tarafında kendi ekonomik dinamikleriyle sağlanan kentsel dönüşüm (siz bunu rant diye okuyacaksınız), doğuda devlet zorbalığı ile mi yapılmak isteniyor? Komplo teorilerine prim vermiyorum ama aşağıdaki metne baktığınızda durum düşünüldüğünden de acı gözüküyor.


“Diyarbakır’ın Sur ilçesine yönelik kentsel dönüşüm projesinin detayları belli oldu. 9 bin binadan tarihi ve kültürel öneme sahip bin tanesi koruma altına alınacak. Sahabe mezarlarının da olduğu yerler tarih, din ve kültür turizmine kazandırılacak. 1 milyon 870 bin metrekare alanda dönüşüm gerçekleşecek. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Toplu konut İdaresi’nin (TOKİ) koordinasyonunda yürütülen çalışmalarda projenin ana unsuru ‘az konut, çok ticaret’ olarak belirlendi. Koruma amaçlı imar planının hazır olduğu projenin tüm unsurlarıyla hayata geçmesi için uzmanlar, 4 milyar Türk Lirası’na yakın bir rakama ihtiyaç olduğunu belirtirken yapılacak binaların 4 katı aşmayacağını kaydetti. Hiçbir binanın yüksekliği tarihi surların üzerine çıkamayacak. Vatandaşa evlerinin kamulaştırılması karşılığında rayiç bedel üzerinden ödeme yapılacak. Ancak belirlenecek rakam bölgede karışıklık çıkmadan yani silahlı eylemler başlamadan önceki değere göre hesaplanacak. Orada yaşayan vatandaşlar hiçbir şekilde maddi kayba uğratılmayacak. Kentsel dönüşüm çalışmalarında ünlü sanat tarihçisi Albert Gabriel’in Sur içinin 1930’lu yıllara ait fotoğraflarından da yararlanılıyor. Üst düzey bir ekonomi yetkilisi, Sur’un tarih ve doğal yapısı ile Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri olduğuna dikkat çekerek, “Proje tamamlandıktan sonra Sur, Türkiye’nin cennet köşelerinden biri haline gelecek” dedi. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenecek bölgeye ilişkin stratejik plan da hazırlandı.”

http://www.milliyet.com.tr/sur-a-4-milyar-liralik-donusum-gundem-2173525/

Haberin metni niyeti gözümüzün önüne seriyor. Dönüşümün ana unsuru olması gereken insana, yani Diyarbakırlılara ve Sur halkına dair tek ibare var. O da kamulaştırma bedelinin –büyük bir kıyak gibi gösterilerek- çatışmalar öncesi bedelden yapılacağına dair “müjde”.  Yani halka sorulan, halktan gelen bir talebe göre şekillenen politika yok. Üstüne üstlük, Türkiye’deki en tehlikeli devlet aygıtlarından birisi olan kamulaştırma devreye girmiş durumda. İnsan sormadan edemiyor, Sur halkına düşen parasını alıp sessizce bir TOKİ “yerleşkesine” mi göç etmek?

Haber siteleriyle yetinmeyip Çevre ve Şehircilik bakanlığının web sitesine girerseniz, Sur ve çevresi ile ile ilgili comic sans fontunda yazılmış sunumlara rastlayabilirsiniz. Oradaki yetersiz bilgilere, haber sitelerinin niyeti belli metinlerini eklediğinizde haliniz daha beter bir hale geliyor, çünkü verilen her bilgi, başka sorulara sebep olmakta…

Mesela, yoğunluk konusundan devam edelim: “Az konut, çok ticaret” ilkesinden bahsediliyor. Koruma planı çerçevesinde yüksek katlı binaların yıkılacağı ve azami 3 katlı (bazı kaynaklarda 4 katlı) binaların yapılacağından bahsediliyor. Bu iki durum bir araya geldiğinde yoğunlukta bir azalma bekleniyor. O zaman bu proje ile birlikte kaç kişi, kaç aile Sur’u bir daha dönmemek üzere terk edecek? Sur’da kimseyi yerinden etmeden bir koruma çalışması yapmak mümkün mü? (Aslında bu ikinci sorunun cevabını hepimiz biliyoruz)

1930 yılına ait fotoğraflardan yararlanılması önemli tabii ki, fakat Diyarbakır kentinin daha eskiye ait de fotoğrafları mevcut. 1915 öncesine ait fotoğraflara baktığınızda kentte yaşayan Ermeni nüfusun siluete olan katkısı yadsınamaz. Hatta Diyarbakır için bir “kiliseler ve çan kuleleri” şehri demek abartıya kaçmaz. Merak edenler bu fotoğrafları Surp Giragos kilisesi içindeki kitapçıda bulabilirler. Acaba bu dönüşüm (devlet bunu koruma ve yenileme olarak okuyacak) yapılırken kentin kadim sakinlerinin mimari mirasına ne kadar değinilecek? Yoksa sadece numunelik cemaatsiz kiliseler mi (Keldani Kilisesi gibi) neo-osmanlı hoşgörüsü adı altında zımni olarak varlıklarını sürdürecekler?

Yenilecek konutlar için geleneksel plan tipolojilerinden esinlenmiş (avlulu, eyvanlı) yapılar yapılacakmış. Eyvan, cumba, kabaltı gibi geleneksel mimari elemanlar da kullanılacakmış. İyi, güzel de, bu yapılar daha önce Mardin ve çevresinde yapılması düşünülen içi betonarme dışı yapıştırma taş tekniği ile mi yapılacak, yoksa gerçekten sivil mimari örneklerine uygun kesme taştan, yerel yapım tekniklerine uygun mu yapılacak? Betonarme karkas ile yerel doku mu yeniden kurulacak?

Eğer taştan yapacaksak bu evleri, kim yapacak peki? Bütün iyi taş ustalarını 1915’te ya öldürdük ya da kovduk ya, o yüzden sormuştum… Bu arada aklınıza geleni ben dile getireyim, komşu Mardin’e benzemez buranın evleri, taşı da, dokusu da farklıdır. O yüzden komşudan gelen ustayla Eski Mardin’den büyük Sur yenilenmez.

Hadi bulduk diyelim birkaç taş ustası… Bu ustaların gençlere mesleği öğretmesi için bir programınız var mı? Bu kadar büyük bir dönüşüm projesinden sonra inşaat tecrübeli ameleler mi olacak çalışanlar, yoksa taş, ahşap ve metal başta olmak zanaate girmiş usta adayları mı çıkacak Sur’un içinden?

Bütün bu genel geçer mesleki kaygıları geçiyorum ve gündeme geliyorum: Bölgede yaşanan çatışmalarda tarihi dokunun gördüğü zararın tespiti yapılmış mıdır? Yapılmadıysa, bu tespit yapıldıktan sonra bir “kentsel dönüşüm müjdesi” vermek daha doğru olmaz mıydı?

Bir mucize oldu diyelim, bütün bu sorulara ve daha fazlasına cevabınız var, biz de aldık cevabımızı sustuk diyelim. Tek bir soru kalıyor…

Ne bu acele? Ölenleri daha toprağa gömeli kaç gün oldu, ne bu acele?

 

Karaköy, 14 Mart 2016

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 11:39:08