A password will be e-mailed to you.

İstanbul Film Festivali’nde Uluslararası Altın Lale Yarışması’nın jüri başkanı olan Arjantinli sinemacı Pablo Trapero son filmi Çete’de Puccio ailesinin akıl almaz gerçek hikayesini anlatıyor.

Arjantin toplumu -bizim kadar olmasın- büyük travmalar atlatmış bir toplum. Atlatmış mı atlatmamış mı orası da tartışılır ya gerçi, askeri diktatörlükler mi dersiniz, faşist otokratik rejimler mi, derin ekonomik krizler mi, Güney Amerika’nın makus kaderine ne uygun görülmüşse her şeyi yaşamış Arjantin. 80‘lerin başında yaşanan ve binlerce kişinin ortadan kaybolduğu, öldürüldüğü koyu karanlık döneme dair kimi filmler izlemişliğimiz, kitaplar okuduğumuz vardı elbette ve bunlara şimdi de Pablo Trapero’nun son filmi Çete eklendi. İnanılması zor olsa da gerçek bir olaydan hareketle çekilmiş bir film var karşımızda ve tüm bunların bizim memleketimizde de -tam bu şekilde olmasa da- yaşanmış olduğuna dair hepimizin az çok bir fikri vardır diye düşünüyoruz.

1982’de askeri rejimin yıkılmasının ardından bir anda boşluğa düşen Arquimedes Puccio işsiz bir gizli polistir. Artık rejimin ona ihtiyacı kalmamıştır ve bir zamanlar yakın olduğu kişiler devlet katlarında görevli olsalar da artık onu ortada bırakmışlardır. Arquimedes yine de köşesine çekilip oturmaz ve bir iki yakın arkadaşı ile oğullarının yardımıyla varlıklı kişileri kaçırıp fidye toplamaya başlar. Arjantin polis kayıtlarında Puccio ailesine mal edilen 4 kaçırma vakası mevcut ve bu vakaların üçünde olay cinayetle sonuçlanıyor. Arquimedes, fidyeler ödense bile kaçırdıkları kişileri öldürmekten kaçınmaz; dikta sırasında alıştığı, kanıksadığı, uygulamaktan çekinmediği şiddet ve umursamazlık bu seviyelerdedir çünkü. Bir rugby yıldızı olan büyük oğlu Alex ise babasının -ve tabii kendi- yaptıklarından duyduğu rahatsızlık yüzünden vicdan azabı çeker çekmesine ama aldığı yüklü miktarda parayı da reddetmez. Günün birinde nüfuzlu bir kadını kaçırdıklarında kurdukları sistem çökecek ve Puccio ailesinin organize suç ağı ortaya çıkacaktır.

Aslına bakarsanız Arquimedes Puccio’nun durumu bir dönem (70’li yılların çatışmalı ortamını hatırlayanlar vardır, yaşı tutmayanlar da duymuş, okumuştur diye düşünüyoruz) memleketimizde uzmanlığına başvurulan ülkücü ağır abilerin 12 Eylül sonrası işsiz kalıp mafyalaşması durumuna çok benziyor. Bizdeki vaziyetin beterliği bu mafya tabakasının hâlâ ve gururla el üstünde tututluyor olması. Kimin nasıl bir şiddet ortamına ihtiyaç duyacağı belli olmuyor herhalde, el altında bir miktar mafya bulundurmakta yarar var. Trapero’nun filmine dönersek, 80‘lerin popüler rock şarkılarının eşlik ettiği hikaye örgüsü bir parça aile içinde yaşananları anlamaya yönelik olsa da (hâlâ Puccio ailesinin tüm bunları nasıl yaptığına dair soru işaretleri var, kimin ne kadar suça dahil olduğuna ilişkin belirsizlikler de mevcut keza) daha çok tüm ailenin son tahlilde sessiz kalarak suça göz yumduğunu vurguluyor. Bu da aslında tüm topluma uygulanabilecek bir model ortaya koyuyor. Bazıları belki vicdan azabı duydu, olan bitenlere içten içe isyan etti, ya da en azından ortamdan hızla uzaklaştı ama kimse bu şiddeti, toplumun derinliklerine işlemiş bu faşizmi durdurmak için bir şey yapmadı. Ailenin en ortada kalan bireyi Alex’in (ki zaten biz de onun gözlerinden izliyoruz hikayeyi çoğunlukla ve onunla özdeşlik kurmasak da, biraz empati kuruyoruz) filmin finalindeki büyük jesti de durumun çaresizliğini ortaya koymaktan başka bir işe yaramıyor nihayetinde.

Arquimedes Puccio rolünde Arjantin sinemasının en deneyimli isimlerinden Guillermo Francella’nın gerçekten takdire şayan bir performans sergilediği Çete, gerek yaşadığımız toplumla kurabileceğimiz parallelikleri yüzünden olsun, gerek toplum-aile-birey üçgeni arasında kurduğu vicdan hiyerarşisinde ne denli ikiyüzlü olduğumuza dair söylemiyle olsun görülmeye değer bir film. Festivalin son günü için tavsiye edilir.

Daha fazla yazı yok
2024-05-19 02:45:05