A password will be e-mailed to you.

Sandy fırtınası fena halde üflediği zamanlarda üç büyük mimar da art arda yaşama veda etti: Lebbeus Woods, John Jahansen ve Gae Aulenti.

 

 

Sandy kötü üfledi gazabını… Üflemekle kalmadı, çarptığı yerlerin cilasını da fena bozdu. Milyarlarca dolar uçurmuş havaya, zayiat büyük; milyonlarla ifade ediliyor elektriği, suyu olmayanlar. Küvetlerine su doldurmayı akıl eden çok olmamış, zaten evinde küvet olan fazla kimse yok; yer yokluğu değilse de, İSKİ tecrübesinin eksikliğine bağlanabilir bu durum. “Gelişmiş”lere D-8 esintisi.

Bütün bu toz duman ve ertesinde olanların haberleri, Sandy’nin rüzgarıyla gitmeye karar verenlerin haberlerini de neredeyse yutuverdi: Çaktırmadan partiden ayrılmak gibi bir şey… “Öteki dünya”ya giden dolmuşa birlikte binmek gibi sanki.

İlk yolcu Lebbeus Woods. Olduğunu bile bilmeğimiz, görmekten korktuğumuz düşlerin mimarı… İçinden geçeni kağıda dökebilen ender yetenek. Benzersiz vizyonunu, yıkımın içindeki yapımı, gerçeküstü bir mimarlığı gösterdi bize… Savaşta kolu ya da bacağı kopan insan değil, bir bina olsa, hayatını nasıl devam ettirebileceğini, mimarlığın tenindeki yara izlerini, onun ellerinden çıkan işlerle gördük. Savaşla çiftleşen mimarlığın, gayrimeşru ve dekonstrüktif çocuklarını elleriyle doğurttu, Woods.

İkinci yolcu John Johansen. Mimarlığı “değil”lemeye adanmış bir kariyer; ısrarcı bir deneyselcilik ve aykırılıkla icra edilen anti-formlar… Sonuç? Tehlike altında, nesli tükenmiş her biri programı ve tipi baştan tarifleyecek güçte işler. “Çirkin” diye listelenen, kaderine terk edilen, yıkılmak istenen, her biri ikonoklastik ikonlar. Kendi binalarının yıkımının acısını, “aileden birinin ölmesi”ne benzetip, “Ödülü kendi yarattığımı yaptığım için zaten kazandım… Bu ne yaptığını bilmezleri affediyorum” diyecek kadar hazmedebilecek, mangal yürekli bir üstat…

Üçüncü yolcu Gae Aulenti: Erkek egemen mimarlık dünyasındaki sayılı kadınlarından. Olan eski bir hikayeyi alıp, üstelik de bozmadan, yeniden yazabilme becerisini gösteren kaç egosuz tasarımcı var? “Kurgu”nun imitasyona bulaşmadan, varolan içine ustaca eritilebileceğini, objenin belleğinin lime lime doğranmadan anlamını çok daha iyi koruyabileceğini, mimarlığın gerekirse görünmez de olabileceğini o gösterdi ve yaşattı bize…

Bir yolcu daha bindi dolmuşa bu üç mimarın peşi sıra. Kendisi insan mimarı ama, bina değil… Ucunu bilmediği, yazmaya başlamadığı sayısız hikayeye baş kahramanlar yaratmış; biraz bilinçli, biraz içgüdüsel; pek çoğunun akışını, kimse kendi rolünü bilmezken ustaca işleyebilmiş. Diğer yolcu baş kahramanlar gibi kimi düşsel, kimi aykırı, kimi şaşırtan hikayeleri yazma yetisinin ilk kıvılcımlarını; “tabula rasa “yı; kara tahta üzerinden sabırla doldurarak yoktan var etmiş. Bütün kahramanlardan daha kahraman, sevgili öğretmenim, şimdi ben de bir öğretmenim ve küçücük tohumları yeşerten ana sabrı ve sevginizin manasını, dörtte üçü eğitimde geçen hayatımın son dört yılını almak değil de katmak için verdiğim okulda, ancak anlıyorum. Sıkılmadan gidin, uzaklardan sizi çok özleyeceğim. Hepinize iyi yolculuklar.

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 02:54:39